Gece sessiz. Gökyüzünde dolunay ve sonsuz sayıda yıldızlar... Yanıp sönen bir ışık, yıldızlara özenmiş gökyüzünde ilerliyor...

Berrak bir gecede, gökyüzündeki uçakları hiç izlediğiniz oldu mu?

Aynı anda, gökyüzünde kimbilir kaç uçak uçuyor ve kimbilir kaç bin kişi insan zekasının yerçekimine meydan okuyuşundan yararlanıyor.

Geleceği hazırlayanlar, ‘normal’ olana meydan okuyanlardır. ‘*Normal’ sahibi, normalin koruyucuları tarafından öteki sayılanlardır.

Devrimci denir bu insanlara.

Normali devirirler. Normalin sahip ve koruyucuları ne yaparsa yapsın, er ya da geç devirirler.

Tarihsel diyalektiğin bir bakıma kader üretmesidir bu süreç.

Çoğunluklar kadere inanırken, devrimciler düşledikleri kader için çaba gösterenlerdir.

Normalin sahipleri ile normalin koruyucuları da bilirler ki, Tanrı devrimcileri sever!

Devrimciler, Tanrı’ya, Tanrısal olana ulaşmayı, anlamayı, bilmeyi hedefleyenlerdir.

Normalin sahip ve koruyucularınca, devrimcilerin “Tanrı tanımaz” diye nitelenmeleri de, işte bu yüzdendir. 

Devrimciler “Tanıyoruz” dedikleri an, devrimcilikten vazgeçmiş, tanımak için çaba göstermeyi bırakmış olurlar.

Sorun dil sorunudur, algı sorunudur.

Tanımaya çalışmak için önce tanımamak gerekir. Tanıdığınızı iddia ettiğinizde, normali belirleyenlere biad etmiş olursunuz. Kendiniz olmaktan uzaklaşmışsınızdır.

Yaşam ve canlı özde devrimcidir.

Bahçenize ekmediğiniz otlar, onlarla mücadele etmenize karşın yaşama tutunurlar. Oysa, özenerek ekip diktiklerinizin narinliği karşısında, nasıl da şaşırırsınız...

Yaz tatili bitti bitiyor. Öğrenciler okullarına, çalışanlar işlerinin başına dönüyor.

Emekliler, ev kadınları, okul çağı öncesi çocuklar ve elbette işsizler...

Yalnızlaşacaklar... Ötekileştirildiklerini yeniden yaşamaya başlayacaklar...

Bu sosyal psikoloji içinde, acılı bir sonbahar yaşayacağımızı görüyorum.

Üniversiteli öğrenciler toplumun diğer kesimlerinden ayrışacaklar. Kendi sorunları nedeniyle tepki atmosferine girecekler.

Çalışanlar, diğer kesimlerinden farklı olduklarını, ama onları da beslediklerini işbaşı yaptıklarında düşünmeye başlayacaklar. Bu sorumluluk baskısı, normal sayılan iş güvensizlik ortamında tepki üretecektir.

Ev kadınları dört duvar arasında bebekli veya bebeksiz yalnızlığa, televizyonla pansuman arayacaklar. Normal artık televizyonları da ele geçirdiği için, onların tepkileri de pansuman değil ameliyat isteyecek.

Emekliler, yaşlılar... En çok onlar yalnızlaşır işbaşı mevsiminde. Beş vakit namazlar, umreler, cemaat sohbetleri artık kesmiyor, bunu görmeliyiz. Tepkileri kontrol edilemez boyutlara gelirse şaşırmayalım.

İşsizler, gizli işsizler...

Asıl büyük tepkinin patlama adresleri.

Bugüne dek yüzbinlercesi bireysel tepkiler gösterdiler, adi suçlarla lekelendiler. Eğitimsizdiler, köylerdeydiler, varoşlardaydılar...

Onlar artık büyük oranda diplomalılar, özlemliler, iddialılar... Kent merkezlerinde, sosyal paylaşım sitelerinde, AVM’lerdeler...

Adi suç işlemeyecek kadar kendilerini sistemin sahibi görüyorlar ve kendilerini devrimci saymadan devrimci gücü taşıyorlar.

Siyasetçilik; normal için artık tornacılık, aşçılık, gazetecilik gibi bir mesleğe dönüştürüldü. Bu yüzden; mesleği olan, mesleğinde bir noktaya gelen veya ilerleyeceğini düşünen hiç kimse siyasetçi olmak istemiyor.

İnsan neden meslek değiştirsin ki?...

Siyaset; sanayi gibi, ticaret gibi, hizmetler gibi bir ekonomik sektöre dönüştürüldü. Normal sayıldı bu durum.

Diğer sektörlerde verimli yatırımları olanlar, neden siyasete yatırım yapsın ki?...

Yalnızca iktidar siyasetçisini fonlayan bir iş dünyası, neden var sanıyorsunuz?

Uçakları devrimciler üretir, çalıştırır, yönetir. Normal ise uçakların yalnızca sahibidir.

Devrimci bir uzayda, normal bir siyaset çok uzun sürmez, sürdürülemez!

Normalin devirilmesi ve devrimin normal kabul edilmesi “acılı mı olur acısız mı?...”

İşte bütün mesele bu!

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981