Yeni bir şey bulmak, efendime söyleyeyim bir icat yapmak ne kadar da acayip. Adam evde poposunu kaşıyıp, ayak tırnaklarını keserken 'yoov evdeyken birileri aradığında ev telefonundan gonuşuyok fekat dışarı neyin çıktığımda bana nasıl ulaşacaklar' diye düşünüp, yanında taşıyabileceği bir telefon olması gerektiğine karar veriyor. Sonra bir şekilde bu düşüncesini hayata geçirip, mahallemizdeki Ahmet abiyken, Hatice teyzeyken mucit oluyor.
Küçüklüğümden beri hep bir şeyler bulduğumu zannettim ama bulduğumu zannettiğim şeylerin zaten var olduğunu gördüğümde ise böyle bir yıkıldım, ödevini yapmayıp da öğretmeninden dayak yiyen bir ilkokul çocuğu gibi dudaklarımı büzüştürerek ağladım, duygularımla oynandığını düşünüp, bilime, mucitliğe küstüm. Tabi ben bilime küstüm diye bilim bir şey kaybetmedi. Olan benim çocukluğuma, ergen düşlerime oldu. Bana sakın 'olur mu enginim böyle düşünme. Bilimin sana, bana, hepimize ihtiyacı var. Belki de bu küskünlüğün yüzünden bilim dünyası nice buluşlar kaybetmiştir. Gel vazgeç, bu küskünlüğe bir son verelim' demeyin. Çocukluğum diyorum size, en masum düşlerimden, bilimin benden çaldığı yıllardan bahsediyorum.
Kendimce icat yapmadan geçirdiğim ben diyeyim yedi, siz deyin sekiz yıl, değişen okullar, şehirler, gelen, hiç gitmeyecek sanılan fakat zamanı geldiğinde giden sevgililerden sonra yine yalnız kalıp sıcaktan evde donla dolaştığım bir günde içimdeki muciti durduramadım. Belki önemli bir buluş yapamam ama insanların ürünleri kullanmasını kolaylaştıran ya da daha ekonomik, israfsız bir şekilde kullanabilmelerini sağlayan bir şey bulabilirim diye düşündüm. Tasarruflu ampul, bizi gördüğünde yanan sonrasında sönen apartman ışıkları, enerji tasarruflu buzdolabı, bir süre kullanılmadıktan sonra kendi kendine beklemeye geçen laptoplar, hepsi var işte.
İcatsızlıktan çılgına dönmüş, yaralanmış yüreğime, sıcaktan kavrulan bedenime rağmen azbuçuk çalışan beynim 'bakkala gidip soğuk bir şeyler alsan ya la' dedi. Dinledim, gittim.
Dolaptan bir litrelik tamek karışık aldım. Bir taraftan bardağıma doldurup asilliğimi bozmadan yavaş yavaş içerken bir taraftan da beni bu kasvetten kurtaracak şeyi düşündüm.
Kutunun sonuna geldiğimde 'şırşırşırşıır' diye ses geliyordu fakat dibinde kalan kısım bardağa dökülmüyordu. Ve bu durumu önceden de yaşamıştım. Bu sefer kendimi tutamadım ve 'biz parayı sokaktan mı topluyoruz kardeşim! Benim bu meyve suyunu son zerresine kadar içmeye hakkım var' diye evde kendi kendime bağırmaya başladım. Baktım bağırarak bir sonuç alamayacağım, en iyisi bu toplumsal soruna bir çözüm getirmeye çalışayım dedim. Toplumun yararı söz konusu olduğundan(normalde kesinlikle böyle bir şey yapmam. Naif, kibar bir insanım) asilliğimi bir kenara bırakıp kutuyu kafama diktim ve içime çekmeye çalıştım. Birkaç damla geldi. Ama hala içindeki 'şırşır' sesi devam ediyordu. Uzun uğraşlar sonunda kapak yerini zorlayarak koparttım ve kalan kısmını kafama diktim. Delikten içeriye baktım. Kutunun kenarlarından süzülen mevye suyu damlalarını gördüm. Mutfağa gidip kutuyu kestim. Kutunun kenarlarında kalan damlaları ekmekle sıyırdım. Bu güzel haberi vermek için hemen arkadaşım Selçüü arayıp 'Selçüüm artık meyve suyu kutusunda tek bir damla bile bırakmayacağız. Abi biz buna para veriyoruz. Hem bu durumu iktisata giriş dersinden hatırladığımız marjinal fayda konusuyla da ilişkilendirebiliriz ama benim iktisatım iyi olmadığı için ilişkilendiremiyorum. Devir hesap - kitap devri. Ekmek artık aslanın boğazında değil midesinde diyor anneannemgil. Ben bu haksızlığa boyun eğemem. Adamlar resmen bizi kandırıyor' dedim. Selçuk söylediklerimden etkilenmemiş olacak ki 'abi işteyim şimdi. Böyle saçmasapan şeyler için arama beni' dedi. 'Allah belanı versin Selçuk. Sen bilimden ne anlarsın' deyip kapattım telefonu.
Tüm heyecanımı, hevesimi aldı götürdü bilim düşmanı Selçuk. Mutfağa gidip tabağa kiraz ve erik koydum. Camdan dışarı bakarak yedim. Kirazları üçerli beşerli yutmaya çalıştığımdan birkaç kere ufak çapta boğulma tehlikesi yaşadım. Tabakta kalan bir iki çekirdeği çöpe dökerken aklıma küçükken ağzımın sularını atletime akıta akıta arabacılık oynadığım günler geldi. Hemen tabağı selpakla silip atletimi giydim ve evin içinde 'gııı,hıııın,hınhınhın' gibi sesler çıkararak arabacılık oynamaya başladım.
Küçüklüğümde bilime zaman ayırarak kaybettiğim günlerin geç de olsa telafisini yaptım.