Dıbıdıp dıp dıp dıp
Veee Mecidiyeköy’ün ortasında “dıbıdıp dıpdıpdııp dıbıdıp dıpdıpdııp...” diye sürünerek arabacılık oynamaya başlıyoruz. İnsanların yanlarından, bacak aralarından geçiyoruz. Etekli kızların bacak aralarından geçerken araba bozulmuş gibi yapıp yavaşça geçiyoruz. Sonrasında birbirimize bakıp gülüşüyoruz. Sürünerek arabacılık oynarken; “Abi sen çok harika bir adamsın ya, bayılıyorum şarkılarına. Neden her şeyi bırakıp arabacılık oynamayı tercih ettin?” diyorum. Bir anda duruyor ve elleriyle dudaklarımı kapatıp; “Sus, sakın bir söz daha söyleme” diyor. Beni ittirip yere düşürüyor. Arabaların ikisini de alıp; “Oyuncaklar gerçeklerden güzeldir. Bir gün anlarsın.” diyerek uzaklaşıyor yanımdan. Üstüm toz içinde yerden kalkıyorum. Tozları silkelerden bir taraftan da “Bana verdiğin o iki arabayı nah alırsın!” diye bağırıyorum. Ardına bile bakmadan gidiyor.
Üstümü silkeleyerek Mecidiyeköy meydanındaki trafik ışıklarının oraya gidiyorum. Karşıdan karşıya geçerken birden onu görüyorum. “Hemen ellerinden tutup, karşıya geçelim.” diyorum. Şaşkın bir ifadeyle beni kafasıyla onaylıyor. Karşıya geçiyoruz. Sarılıp kucak dolusu, öpüyorum. Ellerini tutup nasıl olduğunu soruyorum. “İyiyim.” diyor. “Pek sessizsin, iyi değilsin sanki, bir şey mi var?” diyorum. “Yoo gayet iyiyim.” diyor.
Sıkıca sarılıyorum tekrar. “Engin bir gören olacak şimdi, yanlış anlayacak.” diyor. “Anlarsa anlasın canım, ne olacak, biz sevgili değil miyiz?” derken ben, o; “Biz ayrılmıştık.” diyor.
Evet biz ayrılmıştık. Çok olmuştu. Yaklaşık 3 yıl. Bir an karşımda görünce onu, unutmuştum. Sarılmıştım. Şapşallık işte. Ellerimi ve kendimi, özür dileyip, yavaşça, istemeyerek ondan geriye çektim. “Ben bir an unutmuşum ya, kusura bakma.” dedim. “Önemli değil, ee neler yapıyorsun?” dedi. Dağılmış bir vaziyette; “iyi yani, güzel yani” diye bir şeyler zırvaladım. “Hala aynı okula ve bölüme devam ediyor musun?” dedi. “Evet.” dedim. “Peki hala aynı yerde mi kalıyorsun?” dedi. “Evet.” dedim.
Halalı cümleler pek sevimli olmuyor. Hani bir insanı geçmişte bırakıp da sonrasında tesadüfen karşısına çıkınca, hala yaşıyor musun, gibisinden sorular sorulur ya. Bir bakıma benden sonra devam edebildin mi cümleleri. Evet devam edebildim. Hala aynı yerdeyim. Hala aynı şeyleri yapıyorum. Demek ki hala…
Ben onun gözlerine bakıp bunları düşünürken, telefonu çaldı. “Pardon.” deyip telefonunu açtı. O telefonla konuşurken aklıma Ortaçgil’in bana verdiği iki oyuncak araba ve belki bir gün oynayacak birisini bulursun demesi geldi. Karşıdaki sese; “Tamam canım, ben ışıkların ordayım, bekliyorum.” dedi ve telefonu kapattı. “Ee sen neler yapıyorsun?” dedim; bir taraftan da elimi cebime götürdüm Ortaçgil’in verdiği arabaları yoklamak için. “Bildiğin gibi işte aynı şeyler, koşuşturuyoruz.” dedi. Arabaları avucuma aldım ve elimi cebimden çıkarıp, arkama sakladım. Acaba biz ayrılmakla hata mı ettik cümlesini tamamlamaya çalışırken yanımızda duran jeepin höngür höngür sesi yüzünden söylediklerim anlaşılmadı. Yılmadım tekrar aynı cümleyi kurmaya yeltendim fakat jeepin kapısı açıldı. “Engin’cim ben gitmek zorundayım. Kendine iyi bak, umarım tekrar görüşürüz.” dedi. Arabaya bindi. Arabadaki adam ona sarıldı. O da adama sarıldı. Ben de kaldırımdan öylece bakakaldım. Araba gitti. Cem Karaca vari egzozuna boğuldum. Kaldırıma oturdum. Avucumu açıp oyuncak arabama baktım. Oyuncaklar gerçeklerden güzelmiş. O gün anladım.