Yerel bir yayında din gibi hassas alanlarda düşünce paylaşmak, toplumsal sorumluluk duygusuna sahip insanlar için hayli güçtür. “Dindar Gençlik yetiştirme” mesajı ile Başbakan hassasiyet kaşımayı sürdürdükçe, susup izlemek de sorumsuzluğa dönüşüyor.

İnsan dinini devletin okulunda da öğrenemez, ailesinden de... Hele cemaat mollalarından asla!

İnançlar nerede öğrenilir?

İnanç bir ihtiyaçtır. Din bu ihtiyacı karşılayan sistematik yapıdır. Din ne tek başına ahlak kuralları bilgisidir, ne de namuslu olma kılavuzu. Ahlak ve namus, dinlerden önce ortaya çıkan değerlerdir. Din; ahlak ve namus kavramlarını da barındıran birlikte mutlu yaşama teorisidir.

Adı ister İslam, ister Yahudi, ister Hindu ister hangi din olursa olsun; tüm dinler tartışılan alanlar değillerdir. Hiçbir dinin, kendini ispat etme gibi bir zorunluluğu da yoktur. İnsanlar inanırlar, o kadar!

İmam hatip okulları ve ilahiyat fakültelerine bu anlayışla bakıyorum.

Devlet, eğer bir tek yurttaşı bile “ben şu inanca sahip olmak için inancımı öğrenmek istiyorum” derse, öğrenilmesine destek olur. Çağdaş devlet din ile savaşmaz ama onu kendi dini de saymaz, sayamaz!

Bu çerçevede din adamı yetiştirme okulunu devlet açmaz. Hele din adamlığını meslek saymayan İslam’da, böyle bir durum dinden çıkmak anlamına bile gelir.

Ortak dine veya ortak inanışa sahip olanlar, bu durumda kendi din ve inanışlarını nasıl öğrenecekler?

Önce özelleştirme ile ekonomiyi liberalleştirdiler, ardından sosyal yapıyı sivilleştirme gündeme geldi. Bunları yaparken bana sormadılar. Kah darbe yaptılar, kah Hazine’den aldıkları trilyon liralarla seçim kampanyaları yapıp, iktidar oldular.

Bütün bunlar olurken, yalnızca din ve inanışların sivilleşmesi hiçbir iktidarın gündemine girmedi. Dinine bağlı, inançlı insanların bu en hassas yönlerini, ekonomik ve siyasal çıkarlar için kullandıkları da cabası....

Bugün Hindistan’da kaç tane İslam Halifesi var bileniniz var mı? Dünyada İslam adına kaç mezhep, kaç tarikat, kaç cemaat, kaç farklı grup var, merak ettiniz mi? İletişim çağında Allah’ı tek, Peygamberi tek, kitabı tek bir din için bile bunca farklılık demek ki olabiliyor.

Egemenler çıkarları için tarih boyunca dinlere müdahale ettiler. Bunca inanç çeşitliliğinin en belirleyici sebebi budur.

İslam sivil bir dindir. Asr-ı Saadet denilen dönem, her vicdanı olanın itiraf edeceği gibi bir komünel dönemdir. Paylaşımcı bir dönemdir.

Kur’an her an ulaşabileceğim yerdeyse, dilediğimde açıp okuyorsam, Asr-ı Saadet, yani Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemi, 200 yıl sonra, Buhari kelamıyla anlamak en azından bana uymuyor! Muaviye icadı siyasal dincilik de semtimden ırak olsun.

Bugün mademki bir hukuk devletinde yaşıyoruz, bir de ileri demokrasimiz var...

Kurarsınız örgütünüzü, yaparsınız eğitim kurumunuzu, toplarsınız cemaatinizi; neyse inancınız, yaşatır, sizin gibi olanlarla paylaşırsınız. Devletin görevi, hukuk devleti sıfatıyla denetlemek; kollayıp, gözetip yaşatmaktır.

Cumhuriyet’in kuruluşunda kapatılmış tekke ve zaviyeler, artık hukuk devleti için bir  tehdit değil, yeniden açılmalıdır. Tıpkı kooperatifler, dernekler gibi kayıtlı hale gelirlerse; denetlenebilir oldukları sürece devletçe desteklenebilir de...

Adı Nakşi olmuş, Bektaşi olmuş, Süryani olmuş başkalarını da ilgilendirmez.

Diyanet İşleri Başkanlığı ise RTÜK gibi, BDDK gibi ancak bir denetim kurumu olabilir. Tüm bu inanış biçimlerine özgü yapılar, yalnızca hukuk devletine uygunlukları açısından denetlenirler.

Devlet din adamı yetiştirmemeli. Her dini cemaat kendi din adamını yetiştirecek ve açık açık “Din Adamı Yetiştirme” amaçlı eğitim kurumları açabilmeli.
Vakıf üniversiteleri de bu alanda görev üstlenebilirler. Hatta devlet, bu kurumlara toplumsal eşitlik ilkesine uygun biçimde destekleme de verebilir.

Halkın dinini öğrenme ve ibadet etme ihtiyaçları, kendi sivil çabası ile ve örgütlü biçimde ancak böyle giderilebilir.

Din öğrenimi ve din adamı yetiştirme, eğitim-öğretim sistemi içinden, ancak bu yöntemle çıkarılabilir. Türkiye’nin imam hatip okulları yüzünden mesleki eğitimde içine düştüğü krizden kurtulması da böylece gerçekleşir. Ne hukuk tartışmaları, ne yönetim tartışmaları bir süre sonra hepsi tarihe karışır.

Mesleki eğitime genç kazandıramama sorunu, imam hatip okulları nedeniyle üretilmiş bir sorundur. Meslek, mal ve hizmet üreterek gelir elde etme işidir. Oysa imamlık, mollalık, dedelik, papazlık, rahiplik asla birer meslek sayılamazlar.

Dileyen her yurttaşın, dindar olma özgürlüğü vardır, ancak bunu devlet “dindar olma zorunluluğu” haline getiremez.  Yurttaş, hangi dini cemaati kendine yakın görüyorsa; denetlenen, kayıtları olan o cemaatin sunduğu olanaklardan dilediğince yararlanabilir. Devlet de haksız tepkilerden arınmış olur.

Kim dindar, kim değil tartışmaları da siyasetçinin oyuncağı haline gelmez.

Bir takım önyargılı, bağnaz insanlarca haksız ve dayanaksız biçimde ben de sık sık dinsizlikle suçlandım. Önerdiğim bu model ile toplum rahatlayacaktır. Özgürce, kimseye hesap vermeden kendi inancıma uygun cemaat mi kurarım, kurulmuş bir cemaate mi girerim, hiçbirine girmez tek başıma kendi doğrularımla mı yaşarım, ben de rahatlayacağım...

Senin inancından bana, benimkinden sana ne? Devlete ne? Siyasetçiye ne?

Dindar kim? Dinci kim?



https://twitter.com/#!/AdilKorkut 

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981