En yeteneklimiz köpek!
Binlerce yarışmacı arasından seçilen “Yetenek Türkiye”, bir köpek!
Seçen jüri üyeleri olsa, “televizyon şovudur” der geçerdim ama öyle değil! Seçen muhterem halkımız!
İnsanların hayvanlar ve bitkilerle akraba olduğunu düşünürüm. Birlikte yaşıyor, etkileşiyor, birbirimize benziyoruz. Severken de işkence ederken de maaşallah hiç bir ayırım yapmıyoruz.
Ben en çok eşekleri severim.
Eşek, algı ve bilgi yoksunlarınca inatçılıkla suçlanır. Oysa inatçılık diye algılanan gerçekte, sabırdır. Üstelik emek verirken, kahır çekerken gösterilen sonsuz bir sabır!
En çok kedilere saygı duyarım.
Kedi de yanlış algılanır ve nankörlükle suçlanır. Nankörlük denen dik başlılık, gerçekte kişilikli olmaktır. Varoş sokaklarından yedi yıldızlı saraylara ne mekan tanır, ne insan. Kedi kendisi olarak hep vardır ve varlığının farkındadır.
En yetenekli Türk olarak bir köpek seçilince; insanımızın yalnızca kendine değil, diğer hayvan ve bitkilere de yabancılaştırıldığını gördüm. Tahmin ediyordum ama elimde böylesine değerli bir kamuoyu araştırması yoktu.
Köpeğin adı Max. Border Collie cinsi bir köpek. Geçmişi 4 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Keltler (İrlandalılar) koyun sürülerini yönettiği için bu köpek cinsine önce “yararlı” anlamında Collie adı vermişler. 1890'lara kadar İngiliz koyun-köpekleri ile çiftleştirilip önüne “sınır” anlamında Border eklenmiş ve Border Collie olmuşlar.
Siz haddini bilen bir yararlı da diyebilirsiniz. Köpekliğin yanı sıra koyunluk da var anlayacağınız.
“Yetenek Türkiye” eğer Max seçilmeseydi, diğer köpek Tarçın seçilecekti. Köpek kontenjanından finale kalamadı.
Tarçın seçilseydi, belki bu denli rahat yazamayacaktım. En azından matematik zekasını ortaya koyuyor, kıvırtmıyordu.
Tarçın, Golden Retriewer cinsi, o da Britanya adası kökenli sonradan geliştirilmiş bir köpek. Bana neden Max’tan daha yakın geldi diye merak edip araştırdım. Matematik zekası ve Türkçe adı tamam da, ayırdedici özelliklerinin biri de sabırlı olması.
Muhafazakar halkımın vicdan, acıma, şefkat gibi duyguları ön plana getirilir. Gözden kaçırılmaya çalışılsa da; öfkesi, iğrenmesi ama hayranlıkları da baskın karakterleri arasındadır. Başbakan ya da sık sık alıntı yaptığı şairi gibi “Kin” demiyorum bakın, öfke diyorum.
Bir gün mutlaka koyun olacaklar diye kuzulara çok acırım. Ne zaman bir kuzu görsem gözlerim yaşarır.
Beni en çok iğrendiren hayvan karasinektir. Bok yiyen bu hayvan, bir de yemeden önce bokta kalite kontrolü yapmıyor mu, kahroluyorum.
Karafatma beni çok gerer. Oryantal Hamamböceği yani. Antenleri vardır, aklıma hep telekulak gelir.
Doğanın mucizesi saydığım ve hep hayranlık duyduğum hayvan ise yılan balığıdır. Toprağın altında sürünür de, okyanuslara açılıp özgürce yüzer de... Üstelik Başbakan falan dinlemez, bir kez ürerler; onu da özel yaşam sayıp gizlerler.
Bana en komik gelen hayvan inek. Ezbercidir, sömürülürken bile mutludur. Topu topu yılda bir kez sevişme hakkı vardır, o bile elinden alındığı halde, olup bitenlere televizyon seyreder gibi bakar.
Bitkilere haksızlık etmemeliyim.
En sevdiğim bitki biber. Aztek tanrılarının aşkından doğmuştur. Karabigalıyım ya, Priapos gibi biber de mitolojide "Bereket" in simgesidir. Sıfır bedenden tombula kadar insan gibidir. Acıdır, tatlıdır, ekşidir... Morg yeşilinden, hacı yeşiline, asker yeşilinden çevre yeşiline geniş bir koalisyona sahiptir. Vitaminlerin ise babalarını sunar.
Patlıcan ise en saygı duyduğum bitkidir. Besin değeri yok diye hakarete maruz kalsa da; yaşama direnci saygımı pekiştirir. Tür sayısı, yemek çeşidi bu denli çok bir başka bitki herhalde yoktur. Sigara yasağı bastırdıkça patlıcankolikliğim de artıyor.
Saksı çiçekleri içimi acıtır. Evde kalmış kız yalnızlığı mı desem, sahip olana bağımlılığı mı desem.... Sendikasız taşeron işçisi gibi görünürler gözüme...
Doğadaki özgür çiçeklere sözüm yok. Özellikle papatyaya... Seviyor, sevmiyor, seviyor... Papatya için olumsuz bir şey demem olanaksız. Tepemde “ille de papatya” diyen bir yaşam arkadaşım var.
Patates belki de en sevmediğim bitki. Emperyalizm biçimlendirip biçimlendirip burnuma sokuyor. Hele bir de yanında kola gibi ne idüğü belirsiz içki yok mu, kahroluyorum.
Beni en çok öfkelendiren ise çeltik. Güzelim ovaları betonlaştıran, su katili, ot öldürücü zehirli ilaçların işbirlikçisi, soykırımcısı!
Çeltikten elde edilen pirinç de adeta arsenik deposu. Hey gözünü sevdiğimin safran sarısı bulguru, iyi ki varsın!
Köyü, tarımı, çiftçiyi severim. Buna karşın biri “çeltik ekiyorum, battım!” dedi mi, karşımda sanki Vegas’ta rulet çeviren bir kumarbaz duruyor. “Beter ol!” dememek için kendimi zor tutuyorum.
Adına “ulusal” denilen İstanbul medyası; köylü gazete okumaz, reklam vermez diye tarım sevmez. Doğa ile ilgisi ucuz çevrecilik ve turizmden ibarettir. Hayvanlar ve bitkilerin hormonlularına mahkum düşmeleri de bundandır zaten.
Anlaşılan o ki; muhterem halkım da kentleşiyor ve genlerine müdahale edilmiş ve soytarılık eden bir koyun-köpeği “Yetenek Türkiye” diye seçiyor.
Yakışır be!
https://twitter.com/#!/AdilKorkut