Faruk iyi bir çocuktu. Yaklaşık iki yıldır Biga’da yaşadığım için görüşememiştik. Aslında tatillere geldiğimde görüşebilirdik ama öyle çok iyi bir arkadaşlığımız yoktu. Ne birbirimizi çok seviyorduk, ne de nefret ediyorduk. Normal bir arkadaşlıktı bizimkisi. Kadıköy’de tesadüfen karşılaşmıştık. Arkadan usulca yaklaşıp daha önceden aramızda geçen, ‘yat, yat, yat, yat, kaldır elleri’ esprisiyle, aradan geçen iki yıla rağmen sıcak bir şekilde kucaklamıştı beni. Birden Faruk’u karşımda görünce sevinmiştim.
‘Vaktin var mı?’ dedi, tebessüm ederek. Bir yere gitmem gerek fakat gitmeme daha var dedim, bir taraftan tebessüm edip, bir taraftan da şimdi muhabbeti hoşuma gitmez gitmek isterim bahanem olur diye düşünerek. Bir kafe’ye oturduk. İki çay söyledik. Klasik ee neler yapıyorsun bakalım görüşmeyeli muhabbetini yaptık. Hava soğuk olduğu için Faruk’un elinde eldiven vardı. Çaylar geldiğinde eldivenini çıkarttı. Birden gözüme yüzüğü çarptı. Vaay Faruk’um sende mi yüzüklüler kafilesine katıldın dedim, gülümseyerek. ‘Öyle oldu be kardeşim, hem artık yavaştan ciddi kararlar vermenin yaşı geliyor’ dedi, filozofik Faruk. ‘Bu arada birazdan nişanlımla buluşacağım, gitme bir yere tanıştırayım seninle’ dedi, heyecan yaparak. Şimdi Faruk’um çaydan sonra ben kalkayım be’ dedim. ‘Dur abi biraz ya. Hem kuzeni de gelecek bugün yanında. Sinema televizyon okuyor. Seversin sen öyle tipleri. Tanışırsınız. Sevgilisi falan da yok’ dedi, kıyakçı nişanlı Faruk. Şimdi Faruk dediğim anda, ‘oo uzattın ama sende gelirler birazdan’ dedi. Peki dedim. (2 yıldır arazinin nadasta olduğunu bilmeyen kalmadığı için Faruk kız arkadaşın var mı diye sorma gereksiniminde bulunmamıştı)
Sonra balısını aradı Faruk. Kafenin adresini verdi. Balısı geldi. Sarıldılar yumuşak, yumuşak. Faruk, ‘Engin - İpek, İpek – Engin’ yaparak tanıştırdı bizi. Sevimli bir kızdı. Faruk’un yüzüne bakıp, iyi olmuş ya yakışmışlar diye düşünürken, Faruk yanlış anlamış olacak ki kız arkadaşına dönüp, ‘Nisan niye gelmedi hayatım’ dedi, bana karşı mahcup bir ifadeyle. Balısı da ona, ‘Birazdan gelecek canım, trafiğe takılmış’ dedi. Faruk kendisini bana karşı rahatlamış hissetti. Yüzüme bakıp gülümsedi. Havadan sudan konuşmaya başladık. Birden konu gelinlik, düğün salonu, ev bakma mevzularına geldi. Biraz önce sevimli bir şekilde ortama enerji saçan bu çift bir anda kızıştılar. Düğün orada olacak, burada olacak, ev şöyle olacak falan diye onlar atışırken bir anda kendimi Faruk’un yerine koyup evlenmiş, aradan yirmi yıl geçmiş halde gördüm.
Saat gece 3 olmuştu. Perdeleri bile titreten kükremesiyle yanımda uyuma benzeri, tarif edemeyeceğim bir faaliyet gerçekleştiriyordu. Arada da kükremesini kesip kendi kendine ‘vış vış vış vış, yanlarım ağrıyüü’ diye mırıldanıyordu. İlk zamanlar yatakta kuş kadar yer kaplarken şimdilerde yatağın yüzde yetmişinde yanlarıyla birlikte hakimiyetini kurmuştu. Bana kalan yüzde otuzluk kısımda eciş bücüş anca yatabiliyordum. Liseye başlamış bir oğlum vardı. Zamanında babamla yaşadığım teknolojik aletleri cihaz olarak adlandırıp, ‘bu cihaz yeni çıkmış, bu cihazın özellikleri ne’ muhabbetlerini oğluma yapıyordum. Aramızda 16 senelik bir fark vardı. Benim kafa 2000'lerde kaldığı için gösterdiği şeyler için ancak ‘iyi bir cihazmış’ yorumu yapabiliyordum. Düşünün yani biricik oğlumun babası, kahramanı, son teknoloji aletleri ‘cihaz’ olarak adlandırıyordu. Sonra karımın örgüleri, gece yatarken üşüdüğü için paçalı don giymesi, bir zaman sonra aramızdaki ilişkinin bir kaportacı Ayhan Usta, bir manav Şükrü Abi, haline dönüşmesi, onca yıl uğraşlarımız, hayallerimiz, bunca şey, sonunda paçalı donla yatağa girmek için miydi yani. Eski bir dostu yolda gördüğümde ee neler yapıyorsun dediğinde, ‘ne edek işte yuvarlanıyok’ demek için miydi her şey?
‘Engin, Engiiiin, sen bizi dinlemiyorsun ki be abi’ diyip, dürterek bu kabusa son verdi Faruk. Pardon Faruk’um dalmışım bir an dedim. ‘Kır düğünü mü yapsak yoksa salonda mı yapsak karar veremedik. Sen olsan ne yapardın’ dedi, müstakbel koca Faruk. ‘Bu düğün olayları falan bana göre değil be Faruk’um anlamam pek bu işlerden’ dedim. Sonra da, ben artık kalksam iyi olacak Faruk. Gideceğim yere geç kalacağım dedim. Kulağıma doğru eğilip, ‘Nisan birazdan gelir. Bekle biraz, gitme’ dedi, ısrarcı Faruk. Kısmet değilmiş be Faruk’um başka zamana artık dedim. Genç çifte bir ömür boyu mutluluklar dileyip olay yerinden koşarak uzaklaştım.