Engin şehre indi 2
Vay be diyorum. Ben Biga’da yatağımda uyurken, insanlar dışarıda neler yaşıyorlarmış. İnsanların sorunları var. Çünkü onlar yaşıyorlar. Benim gibi yalnızca nefes alıp vermiyorlar. Seviyorlar, sonra tekrar seviyorlar, sonra artık sevmeyeceğim diyorlar, sonra tekrar seviyorlar. Çünkü onlar yaşıyorlar. Yaşamanın gereği bu. Fakat şaşkınlığım devam ediyor. En basitinden bu kavganın onların hayatlarında önemli bir yeri var. Arkadaşlarına anlatacaklar. Belki günlerce ‘ Doğuş, Azer Bülbül, Yıldız Tilbe ‘ dinleyip triplere girmeye devam edecekler. Ama bunlar öyle çocuklar değil. Modern çocuk bunlar. Arabeske bağlamazlar. En fazla bir iki tivit atıverirler.
Kızı bir hafiye gibi takip etmeye devam ediyorum. Hareketlerini, tavırlarını merak ediyorum. Poşetine bir yar misali sarılmaya devam ediyor. Gayet düşünceli. Poşetinden tek elini çekip cebine götürüyor. Çocuktan bir mesaj mı geldi yoksa. Kendi telefonumu çıkartıyorum, çekip çekmediğine bakmak için. Benim ki çekmiyor. Ama belki onun şebekesi her yerden çekiyordur, bilemem o kadarını. Çocuk mesaj atmamış olacak ki, bir mesaj okur ya da okuduğu mesaja cevap atmak üzere düşünür bir tavrı yok. Daha çok çocuğa kendisi mesaj atsa mı yoksa atmasa mı ,onu düşünür bir hali var. Ya telefonu çekmediğinden ya da vazgeçtiğinden telefonunu cebine koyuyor.
Metroyu beklemeye devam ediyoruz. Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum. Şuan kızması lazım. Duygulanması. En yakın arkadaşının derhal durumu bilmesi gerekiyor. Düşündüğümde bu tanımadığım kız ne kadar da yoğun biri. Hayatın içinde. Yaşayan biri o. Ani kararları olan. Ve şunun da bilincinde, bu sorunu fazla büyütmemeli. Çünkü dışarıda hayat devam ediyor.
Metro geliyor. Duygusal kızı takip etmeye devam ediyorum. Peşi sıra bende bindiği vagona biniyorum. Eğer cam kenarında boş bir yer bulursa başını cama yaslayıp, düşünmeli. Bu sorunu en güzel şekilde tüm trip türlerini yerine getirerek yaşamalı. Boş yer yok maalesef ki. Bu kızın ev ekonomisi dersi zamanında kesin beş gelmiştir. Tutunduğu demire yaslıyor kafasını. İşte bu yaratıcılık. Elindeki imkanı en iyi şekilde kullanma. İşte bu Derya Baykal’ın bizden istediği.
Kulaklığını çıkartıyor çantasından. Artık tüm şartlar yerine getirildi. Kafasını tekrar yaslıyor demire. Dalıp gidiyor birden. Boş gözlerle etrafa bakınıyor. Belki bu sırada tesadüfen beni fark edecek. Belki beni alıcı gözlerle izleyecek. Belki de hafiye hareketlerimden şüphelenip, ‘ Siz beni mi takip ediyorsunuz? ‘ diyecek. Yok siz beni yanlış anladınız, ben gurbetçiyim. Yolumu bulmak için bazen birilerini takip ederim diyeceğim. Ya da, jeton alırken gözüme takıldınız. Belki bu haftaki yazımda sizden bahsederim diyeceğim. O da yazı olayını duyunca, ‘ Aa siz yazar mısınız? ‘ diyecek. Ben de mütevazi tavırlar sergileyip, içimden de ‘ eeeyy ne sandın kızım ‘ diyerek, evet bigazete’de yazıyorum diyeceğim. O da anlamayacak tabi ki. Hangi gazete diyecek. Ben de yılmadan bigazete diyeceğim. Ardından da ‘ Biga’ya Bigazete yeter ‘ diyerek sloganı patlatacağım.
Tabi bunların hiçbirisi olmayacak. Osmanbey anonsunu yapıyor, meçhul abla. Osmanbey’de iniyor metrodan, poşetiyle birlikte. Çıkıp gidiyor dışarıya, yaşamaya. Çünkü hayat sokaklarda.