Evli, Mutlu, Pusuluk
Keşke bir Ali Ağaoğlu olabilsem.‘Zanım karızıım ben sana yaptım olur demedim mi?’ diyebilsem. Ama olamam ki. Bilirsin beceremem böyle şeyleri.
Planlı yaşamayı da sevmiyorum hem. Sabah altıda kalkıp, tıraş olup, duş alıp, kahvaltı yaptıktan sonra işe gidip, öğle tatilinin bir an önce gelmesini ve öğle yemeğini yemeyi beklemek, sonrasında akşam olmasını ve işten çıkıp, eve gitmeyi. Eve gittikten sonra yemek yiyip, televizyon izlemek. Sonra saati geldiğinde yatmak. Gün boyunca yapılan her şeyde aslında bir görev mantığı var. Ve bu görev halkasını devam ettirip; uykudan önce bir avuç seks.
Kurulmuş bir saat gibiyiz ya da elektrikli bir süpürge. Gün boyunca yapacağımız her şey önceden belirlenmiş. Geliyoruz, uyguluyoruz, bir diğerine geçiyoruz.
Şimdi bana ‘ee ne yapacaktık ki başka’ deme. Yapmalıyız sevgilim. Yapmalıyız bir şeyler. Tamam belki o gün annenle tanıştığımda annende kötü bir izlenim bırakmış olabilirim. Ama annen de hiç dinlemedi ki. Gerekçelerim vardı oysa. ‘Sen çok tembelsin, hayatta çalışmazsın. Kızımı aç bırakırsın’ diyip kestirip attı beni bir kenara. Doğru düşünüyor, çalışmayı sevmiyorum ama çalışmak istemememin tek nedeni tembelliğim değil.
Diyelim ki çalışıyorum. Sabah erkenden kalkıp çıkıyorum dışarıya işe gitmek için. Uykulu gözlerle arabasını kullanan bir adam beni görmüyor ve karşıdan karşıya geçerken daha işe gidemeden hunharca bir iş yolu kazasında yitip gidiyorum bu dünyadan. Ya da müdür olarak çalıştığım şirkette(ki bilirsin müdürlük anca keser beni) koltuğumun arka tarafında bulunan dolabın üzerine beni müdürlükten etmek isteyen kıskanç, yükselme aşkıyla yanıp tutuşan bir çalışan tarafından, tekerlekleri olan koltuğumda sıkılmamak için kendimce ileri geri gelerek oynadığım oyun sırasında koltuğun dolaba değmesiyle dolabın üzerine bırakılan üç kilo demirin kafama düşmesi sonucu ölüp, çalışma hayatının acımazlığı yüzünden seni genç yaşta dul bırakabilirim. Olur mu hiç? Ben bunun için mi büyüdüm?
Diyeceksin ki, ne saçmalıyorsun sen. Saçmalamıyorum sevgilim. Hayat gerçekleri bunlar. Çalışma dünyası çok acımasız. Benim gibi başarılı kişileri çekemiyorlar. Bundandır korkum. Annen dinleseydi eğer açıklayacaktım her şeyi. Hem çalışsam ne olacak ki bir ömür boyu. Bir Ali Ağaoğlu olamayacağım hiç. ‘Sende taktın Ali Ağaoğlu’na’ deme bana. Hiç üşenmedim ve araştırdım. Senin için araştırdım, bizim için araştırdım. Ben çok büyük bir işadamı olamam ya da büyük bir aile şirketi kuramam. ‘O da nereden çıktı?’ diyeceksin şimdi de. Sevgilim ben soyadımdan dolayı kaybediyorum. Dikkat ettim, bu büyük şirketlerin sahibi olan abilerin soyadları hep bir şey ‘oğlu’. Sabancılar, koçlar falan var onların soyadları oğlu diye bitmiyor doğru ama onlar istisna. Zaten öyle çok büyük çaplı bir araştırma yapmadım. Daha bir sürü örnek verebilirsin soyadı oğlu olamayan işadamlarından. Ama verme. Annene karşı benim yanımda ol. Bu büyük aşkın yanında ol.
Araştırmama geri dönelim. Dediğim gibi bu ‘oğlu’ olayı moralimi bozdu. Meğer doğuştan kaybeden biriymişim. Şuan fena halde arabesk yavşaklığı yapmak istiyorum. Ağaoğlu’nun yanında araştırmamam sırasında ulaştığım diğer soyadları ise ‘güllüoğlu, hacıoğlu, şahsuvaroğlu’ gibi birkaç aile daha. Gördüğün gibi sevgilim doğuştan kaybedenlerdenmişim. Sadece bir ‘pusuluk’um. Ama pusuluk diyip de küçümsemeyelim hemen. Bizim soyadımızın tarihsel bir kökeni var. Benim büyük büyük dedem Osmanlıda ‘pusucubaşı’ymış. Dedemin pusuları olmadan hiçbir savaşı kazanamazlarmış. Ayrıca bu Kurtlar Vadisi adlı dizi istedi, vermedik şerefli soyadımızı. Düşün bakalım bu Kurtlar Vadisi sana nasıl bir çağrışım yapıyor? Kurtlar Vadisi Pusu. Aslında Kurtlar Vadisi Pusuluk yapacaklardı. Biz izin vermedik. Pusu yaptılar. Yaa sevgilim biz böyle bir aileyiz.
Bu kadar anlattım sonuca geleyim artık. Demek istediğim şu balım; anama ana, babama baba demeni istiyorum. Sen bize gelin gel istiyorum.
Annen de, sen de bir defa daha düşünün şu işi. Kulaklarından öper, en yakın zamanda cevabını beklerim. Sevgiler, sevgili.