‘Hayat çok güzel! Sence de öyle değil mi?’ dedi. ‘Bilmiyorum ki’ dedim. ‘Şu an; yanımda sen olduğun için, şarap içtiğimiz için, cama vuran yağmur damlacıklarına anlam yüklemeye çalıştığımız için güzel olabilir fakat aynı şeyleri dün akşam için söyleyemem. Yalnızdım, param yoktu, acıkmıştım ve eve gelebilmek için yaklaşık iki buçuk saat boyunca yürüdüm.’

‘Ne olursa olsun, bence yine de her şey çok güzel’ dedi.’ Aslında dün akşam ceplerimden paralar fışkırsaydı, kusacak kadar çok yemek yemiş olsaydım ve evime helikopterimle gelseydim, yine de pek mutlu olamazdım ben. Mutlu olabilmek, hayatı, hayatın her anını, insanları sevebilmek pek yapabildiğim şeyler değil sanki’ dedim. ‘Bence tüm sorun, senin ne istediğini tam olarak bilmemenden kaynaklanıyor’ dedi. ‘Haklı olabilirsin ama beni rahatsız eden hayatın isteklerimize göre değil de, istediği şekilde gelip – gitmesi. Ve hayat bu kadar başına buyruk, isteklerimize, beklentilerimize önem vermeden ilerliyorken, hayatı bu kadar sevmen, beni şaşırtıyor’ dedim. ‘Bu kadar mutsuz ve karamsar olduğuna inanmıyorum, bir şeylere kırıldığından şu an böyle konuşuyorsun bence’ dedi. ‘E, yani tabi ki de bu kadar mutsuz değilim. Biraz çakırkeyif olduğumdan, kendimce edebiyat yapıyorum. Aslına bakarsan biraz önce söylediklerimin hiçbirisi umurumda değil. Düşündüğüm tek şey var, o da gıdına bir öpücük kondurabilmek’ dedim. ‘Bunu kurmuş olduğun uzun cümlelerin ardına saklayacak kadar mı çok istiyorsun?’ dedi. ‘Evet’ dedim. Karşı koltukta gözlerini kapatıp, boynunu geriye doğru yasladı ve derince bir nefes alarak, ‘o zaman gelip öpebilirsin beni’ dedi. ‘Üşendiğimden, üç gündür kakamı bile yapmıyorum. Sen gelsen ya yanıma, karnım ağrımaya başladı iyice’ dedim. Hiç beklemediğim halde, koltuktan kalkıp yanıma geldi ve gözlerini kapatarak gıdısını dudaklarıma doğru yaklaştırmaya başladı. Gözlerimi yavaştan kapatıp, dudaklarımı sevimli bir bebeği öpermişçesine uzattığım sırada çıkan ‘fiiyuuuuv’ sesiyle irkildim. İkimizde kapanan gözlerimizi biranda açıp, birbirimize baktık. Tam, ‘abi sen ne yedin böyle’ diyeceğim sırada, kendini yere atıp halıdaki motifleri yalayarak ağlamaya başladı. Bir an ağladığını görünce üzülür gibi oldum ama ‘hiç boşuna ağlama, hani insan osurur da, böyle bir anda mı osurur. Ayrıca sen ne yedin öyle ya. Burada rengim değişti, bildiğin renk değiştirdim. Beni sevişmekten, karşı cinsten soğuttun, lütfen eşyalarını alıp evimi terk et’ dedim. 

Yerden kalkıp, sümüklerini koltuğun kenarına sildi ve gözlerimin içine bakarak ‘lütfen beni affet, hadi öp gıdımdan, söz bir daha yapmayacağım’ dedi. ‘Bırak gıdından öpmeyi, ben şuan gözlerinin içine bakmaktan tiksiniyorum. Bak söz veriyorum bu osuruk olayı aramızda kalacak ama lütfen şimdi git. Bizim aile çok gazlı olduğundan, osuruğun içinde büyümüş biriyim. Ben küçükken evimiz sobalı olduğundan, kışın üşümemek için tüm aile sobanın olduğu odada yatardık. Osurmayı yadırgayan, bunu çok ayıp bir şeymiş gibi gören biri değilim. Bilakis, osuruk kokusuyla çocukluğunu geçiren ve bu yaşa gelen biriyim fakat ben ilk defa böyle bir kokuyla karşılaştım. Bak, biz her ne kadar aile olarak osuruğu benimsemiş olsak da, onu içimizden biriymişçesine görüyor olsak da, böyle abartılı kokulara karşıyız. Lütfen şimdi git. Kokulu osuruğu yadırgamayan aileler var. O ailelerden birine mensup bir gençle tanışarak, mutlu yuvanda, bebeğinin gazını çıkarmaya çalışabilirsin. Ama o adam ben değilim. Ne olur anla beni’ dedim. Eşyalarını toplayıp, gıdımdan öptü ve gitti. Arkasından tuvalete girip, osura osura ağladım. Yine yalnız kaldım. 
banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981