Var olmak, var olduğunun farkına varmaktır ya; nerede sonlanacağı bilinmeyen bir yolun yolcusuyken, manzaranın farkına varmamak bir bakıma yok olmayı istemek değil mi?
Yaşam denen yolculukta karşılaşıp gıpta ile izlediklerim, özellikle üretken yaşayanlardır.
İnekler, eşekler, buğday başakları, ayçiçekleri, domatesler...
Ve bende azalıyorlarmış duygusu uyandıran insanlar... Sanatçılar, emekçiler, girişimciler, yatırımcılar...
Ne büyük mutluluktur, ekmeğini kazandığın işlerin, sevdiğin uğraşlar olması...
Ayakta kalmanın raslantılara kaldığı yazarlık ve hatta gazetecilik, itiraf etmeliyim ki sevdiğim bir uğraş.
Ben mi seçtim? Pek öyle sayılmaz.
Hangimiz mesleğini seçme hakkını kullanabildi ki?...
Var olduğumun farkına vardığımda, ben de bir yoldaydım. Herkes gibi, her kavşakta tercihler yapmak, tercihler yapmaya zorlanmakla karşı karşıyaydım. Bu yüzden manzaranın farkına varmaya odaklandım.
İnekleri gördüm, onlara doğru yürüdüm; eşekleri gördüm, sabırlarına takılı kaldım; domateslerde utanmayı, ayçiçeğinde ışığa yönelmeyi, buğdayda açlığı, yoksulluğu öğrendim.
Mezartaşları vardı yol kıyısında, eski yolcuların son durak tabelasıydılar;  minarelerden saba makamı okşadı kulağımı, doğan güne davetiyeydiler.
Özendiklerim oldu, gıpta ile baktıklarım ve hatta kıskandıklarım...
Örneğin arkadaşım Feriha Karasu... Bu hafta yazdığı yazıdan esinlenmediğimi hangi yüzle yazabilirim ki? Hastalıktan kararan domatesler gibi beni de tahlile gönderseler, utançtan kızarırım...
Yol boyunca farkında olduklarımın ne kadar farkındayım, farkında olmadıklarımdan beni farkedenler oldu mu; kendimle hesaplaşırım doğrusu...

Sabah saat 08:30. Biga ilçe merkezine otomobil ile Kocabaş Çayı üzerindeki köprüden geçtim. Bilenler bilir,  yılların kötü kentleşmesi yüzünden, köprü dönüşünde, minibüs duraklarının başlangıcında bir yaya geçidi var. Trafikte de yayaların önceliği...
Durdum. Ardımdaki araç kornaya basıyor da basıyor. Neden duruyordum ki?...
Solumdan bir belediye aracı (çekici gibi bir şey), -Tanrı ona geçiş üstülüğü vermiş olmalı-  yayalara fırsat vermeden hızla geçti gitti. Bir başka otomobil, bir başkası...
Yayalar öylesine sabırlı ve öylesine aciz göründü ki gözüme, kusuruma bakmasınlar. Ben durduğum halde geçmiyorlar. Farlar ile işaret verdim, yok! İnandırılmışlar araçların geçiş üstünlüğüne...
Son çare kornaya bastım geçmelerini elimle işaret ettim, ama bana kızdılar:
“Geçsene be kardeşim de, biz de geçelim!”

Hafta içinde bir çocuk. Kapalıçarşı’nın sokak zemininden oldukça yüksek merdivenlerinden inecek, ama sıra sıra araçlar park halinde. Kapalıçarşı’dan sokağa tek iniş engelli yokuşundan. Denedim, yavaş inmek olanaksız, doğal olarak hızla iniyorsunuz. Dedim ya inen bir çocuk, çocuk!
Sokak tek şerit ve bir araç yaklaşıyor. Çocuk koşarak iniyor, hızını alamayıp karşıdaki dükkanın vitrin camına giriyor. Şükür ki; yalnızca kolları kan içinde, kafasına ve boynuna bir şey olmuyor, ölümcül bir olay yaşanmıyor. 
Haber bigazete.com.tr’de kentin yıllara dayanan ahlaksız imar yapısına işaret ederek yayınlanıyor.
Biga’daki kent mimarisini katledenlerin kendileri veya yakınları olduğu çok açık bir takım kişiler, utanmazca bu haberciliğe hakaretler ediyorlar. Sanırsınız gazetecilik öğrenimi görmüşler, habercilik dersi vermeye kalkıyorlar.
Böyle belediyeciliği hak ettiklerini mi düşünmeliyim?...

Okumak, işitmek, görmek, dokunmak, sorgulamak, düşünmek, yorumlamak ve paylaşarak geri bildirim almak; yolculuğu turizme dönüştürmektir. Yola çıktığımız noktadan son durağa kadar yaşamak dediğimiz budur.
Yol boyunca neler var, neler oluyor farkında olmayanların cep telefonuna esir kölelere dönüşmesi, cep telefonu üretenlerin suçu değil. Almanya Başbakanı Merkel’in fotoğrafına bakmış mıydınız?

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981