Aslında daha önce böyle bir şey yapmadım, yapanlara da kenarıyla güldüm ama adettendir ya işte, belki Ortaçgil ya da Teoman çalarsa umuduyla, ‘sıradaki parça benden sana gelsin’ yazdım. Radyoda, ‘‘İzmirli Taylan’dan–Kaynana’’ çalmaya başladı. Gülücük gönderdi. Arkasından, ‘e, o zaman bir dahaki parça da benden sana gelsin’ yazdı. Leman Sam’dan ‘gönül’; ‘o bir yolcu sen bir hancı/ Gördüğün en son yalancı/ İçindeki derin sancı/ Gitmez dedim kaldı gönül’ çalmaya başladı.
Haydaaa… Ertesi sabah, tam da yola çıkacakken, tam da birbirimize ‘yani, ayrılalım o zaman biz, değişmeyecekse eğer hiçbir şey, ayrılmak en iyisi’ demişken, oldu mu şimdi bu yaptığın Lemancan. Şarkıyı duyduğumda, biraz suratım gerginleşti, yanaklarım kızardı, ağladım galiba ben. Hiçbir şey yazmadı, ben de yazamadım o an. Belki, o da benim gibi ağlamıştır diye düşündüm. Aradan bir beş dakika geçtikten sonra yüzümü yıkayıp, ‘şansa bak!(gülücük işareti)’ yazıp, gönderdim. Birkaç dakika sonra ‘ne şansı, ne oldu ki?’ yazdı. ‘‘Benden sana gelsin yazmıştın ya, Leman Sam’dan–Gönül çaldı’’ yazdım. ‘Hadi ya, iyiymiş. Tuvaletteydim, cırcır olmuşum da’ yazdı. ‘Dikkat et kendine. Soğuk taşa oturma, ileride çocuğun olmaz’ yazdım. ‘Ben yatıyorum, iyi yolculuklar sana (gülücük)’ yazdı.
Hani belki, ‘kal!’ der diye düşünmüştüm ya da en azından otogara gelip el sallar. Telefonumu kapatıp, tuvalete gittim. Sifona sarılıp, dakikalarca ağladım. Annem tuvaletin kapısını çalıp, ‘hadi oğlum çık artık. Kayısı yiyip, sinameki otu içtim, tutamıyorum zamanı’ dedi. Ağladığım belli olmasın diye kafamı ve yüzümü ıslatıp banyodan çıktım. Kafamı havluyla kurulayıp, montumu giydim. Botlarımı giydiğim sırada annem, elinde berem ve kılçıkların olduğu bir poşetle yanıma gelip, ‘şunu kafana tak, şunları da çöpe at’ dedi.
Balığın kokusunu alan kediler, teker teker toplanıp beni takip etmeye başladılar. İçlerinden en iri olanı önüme geçip, ‘kıııv’ gibi hırçınca sesler çıkarmaya başladı. ‘Pist! Yürü lan, pis yavuşak’ dedim. Ben ‘pist’ deyince, bu iyice sinirlendi. Ters ters bakıp, hırladı. Peşinden arkamdaki kediler de hırlamaya başladı. İçimden, ‘pusuya düştün, pusuluk’ diyip, tekel bayiine kadar koşmaya başladım. Büfeye girip hemen kapıyı kapattım ve kapı arkasından onlara baktım. Yüzlerinde, ‘sen birazdan çıkarsın elbet’ der gibi bir ifade vardı. Tekelci abi, ‘hayırdır, bir sorun mu var?’ dedi. ‘Abi tek görünce beni toplanıp, artislik yapmaya çalıştılar’ dedim. ‘Bunlar artık fazla oldular’ diyip, hortumu taktı ve kedilerin üstüne su tutmaya başladı. Kediler kaçıştılar, ben de arkalarından ‘yürüyün lan, bir daha görmeyeceğim sizi buralarda’ diye bağırdım.
Biralarımı alıp, eve döndüm. İçtikçe ağladım, ağladıkça içmeye devam ettim. Annem odama girip, ‘ne oldu oğlum, niye ağlıyorsun?’ dedi. Bıyık bölgesine akan sümüklerimi yalayarak, ‘biraz önce bakkala giderken mahallenin kedileri toplanıp, beni kovaladılar. Çok korktum.’ dedim. ‘Tamam, sen üzülme. Yat hadi, sabah otobüsün var. Ben onlara yapacağımı biliyorum’ dedi. Annem odadan çıktıktan sonra telefonumu açıp, aradım. Homurdanarak, ‘efendim’ dedi. ‘İstersen gitmeyebilirim, hani eğer gitme Engin dersen, gitmem yani ben. Okul falan, hiçbirisi umurumda değil, ben duyduğum her şarkıda seni hatırlamaktan yoruldum’ dedim. ‘Git Engin, git lütfen başımdan. Çok uykum var’ dedi. Gülümseyip, ‘şansa bak! Benimde uykum var, iyi geceler’ dedim.