Orda, bir köy var uzakta.
O köy, bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy, bizim köyümüzdür.

Cumhuriyet döneminin önemli şair, yazar ve eğitimcisi Ahmet Kutsi Tecer’in bu şiirini herhalde duymuşuzdur. Tecer, Aşık Veysel dahil en değerli halk ozanlarımızı ortaya çıkaran isimdir.

Mütevazi yaşamı nedeniyle ölüm tarihi bile bilinmeyen sinema oyuncusu, besteci Münir Ceyhan’ın çok sayıda bestesinden biriyle bu şiiri çocuk şarkısı olarak anımsarız.
(Bu çok değerli insanları ve mükemmel eserlerini bugün gençlerimiz ve çocuklarımıza sunmuyor oluşumuzu Kültür ve Milli Eğitim yetkilileri nasıl açıklar merak ediyorum.)

Bugüne dek binlerce köy ziyaret ettim, onbinlerce köylüyle sohbet etme şansım oldu. Köye, köylüye tutku bir yana; mutluluk ve hüznü birlikte yaşama, kültürel zenginleşme ötesinde insana duygu zenginliği de sağlıyor.

Köyden kentteki gecekondulara geçiş süreci, Kentsel Dönüşüm dönemine artık adım atıyor. Geçen zaman, kent varoşlarını Bozlak’tan Arabesk’e, oradan Pop’a ve hatta Rap kültürüne uzandı. Gelinen hibrit kültür düzeni, köy kültürü ile arasını hızla açtı. Köyü kente taşıyanların, çocuklarının, emekliliklerinde köye dönüş eğilimi oldukça cılız. Her fırsatta köylerde nefes alan ben de bu cılız kesimdenim.

Orda, bir köy var uzakta ama yıllardır o köy bizim köyümüz değildi!

Çanakkale merkez ilçeye bağlı Kirazlı köyünü 40 yıl önceki nahiye halini bilirim. Çan -Çanakkale karayolundan geçme fırsatı buldukça da değişimini gözlerim. Yatılı Bölge Okulu, askeri birlik, Atatürk’ün de uğradığı Balaban mesire yeri, maden suyu çeşmesi...

Bugün 40 kadar hanede çoğu yaşlı 100 kadar insanı ile yoksul bir dağ köyü.

Yıllardır “içilemez raporlu çeşmesine hala gelen kentlilerin bile dönüp bakmadıkları yalnızlık içinde...

Bir zamanlar 700'e ulaşan öğrenci sayısı ile cıvıl cıvıl Yatılı Bölge Okulu metruk halde. Geçmişten bugüne yaşayan tek kültürel miras Balaban.

Kirazlı’dan Bayramiç’e doğru köy yollarından birine yöneliyorum. Karaibrahimler köyü.

“Sizin buralarda insanlar inanılmaz sevecenlikte. Birine adresini sordum, ‘otur bir çayımı iç,  seni götürürüm’ dedi bana” diyen konuğumun şaşkın yüzünü aklıma getiren, sıcak insanların, bizim insanımızın köyü.

Algı özürlü devşirme yerel gasteci(!) ye “Adam gazeteci değilmiş, İstanbul medyasında çaycılık yapmış” diye yazdırtan çay içme alışkanlığımı zevke dönüştüren sohbetteyim. Masaya konan kuru tarla ürünü sapsarı kavun da şefin özel mönüsü gibi... 

Orda, bir köy daha var yakında..

Cazgırlar adı verilmiş. Bir dönem nerede yapılacağını duysam kilometrelere aldırmadan gidip izlediğim yağlı güreşlerin o muhteşem ortaoyuncusu Cazgır ile köye verilen adın bir ilişkisi var mı? Bilmiyorum. 

Köye ulaşıyorum. Girişinde köyün adı yazılı bir tabela bile yok. Köy camii önünde duruyorum, ıssızlık! Köy içinde ağır ağır ilerliyorum, insanı bıraktım, artık bahçelerdeki bitkiler dışında canlı arıyorum. Biri bir anda ortaya çıksın “Pehlivanlar çıktı meydane, hepsi birbirinden merdane!” diye haykırsın; boşuna bekliyorum.

Çan ile Bayramiç ilçeleri arasındaki ana karayolu üzerinde Muratlar köyü kahvesine ulaştığımda köylülere soruyorum.  Kime tokatsa, yanıt şu:

“Akşam gide'sen, bi kaç ihtiyar cami önünde görebilirsin. Gündüz nerdee..” 

Biga’nın birbirinden ayrı obalardan oluşan Sarnıç köyü aklıma düşüyor. Bir kaç yıl önce obalardan birinde üç ablamın tahta yastaçlarda elleriyle yaptıkları ekmek, onları pişirmek için attıkları toprak fırındaki odun ateşinin büyülü görüntüsü gözlerimin önünde.

Orda, bir köy vardı ya uzakta.
Geç de olsa, yalan da olsa
O köy, bizim köyümüzdü ya...

Boğazın serin esintisiyle dağılan kentin kanalizasyon kokusundan sıyrılıp, nasıl da aniden anımsadık?




banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981