Halife edasıyla konuşan Erdoğan’ın “Haşhaşi” tanımlamasıyla, Nakşi cephenin Nurcu kanadının Gülenci çizgisi, Said-i Nursi olarak konumlandırdığı tarihsel kökeninden koparılmak istenmesinin şaşkınlığını yaşıyor.
Ahali, sorunun yalnızca Gülen çizgisini ilgilendirdiğini sanıyor, oysa kale duvarında açılan delik bu kadar küçük değil.
Özellikle Nakşi cephenin diğer çizgilerinde de kamuoyuna farkettirilmemeye çalışılan bir telaş ve ürküntü var.
“Sıra bize de gelebilir mi?...”
Siyasal dinci kanadın hiziplerini yönlendirenlerin son günlerdeki yazı ve açıklamalarına özenli bakıldığında, bu kaygı gözleniyor.
Diyalektik işliyor, kim ne derse desin. Her çelişki karşıtını içinde barındırıyor çünkü...
İslam ve devlet birbiriyle uyuşan kavramlar değil. Devletin olmazsa olmaz sayıldığı inanış biçimleri var tabi. Örneğin Musevilik, Hıristiyanlığın Katolik çizgisi. Kanlı reform ve rönesans süreci Hıristiyanlığı bile terbiye etti.
İslam protest bir din olarak ortaya çıktı. Ezilen halkın dini! Bu nedenle Hz. Muhammed’in devleti olmadı. Bir takım cühela Medine’yi devlet diye sunmaya yeltense de, bunun tarihsel gerçekle hiç bir ilişkisi yok.
İslamın Şia kanadı, Sünni İslam ile çatışmada devletçiliğe itildi. Sünni İslam da yüzlerce yıl, Emeviler ile başlayan Abbasilerle süren ve Osmanlılar ile bugünlere kadar uzanan devletçi bir İslam’da ısrar etti.
İslam ile devlet arasındaki çelişki dayanılmaz hale geldikçe, çöktüler.
Ebu Hanife’yi dayakla öldüren İslam devleti, mazlumun “inancım” dediği İslam ile nasıl açıklanabilir, nasıl ayakta kalabilirdi ki?...
Çoğu bebek ve çocuk tam 19 kardeşini katleden padişah 3. Mehmet, hangi İslam adına halife sayılabilirdi ki?..
Her biri devleti kutsayan ve bu amaçla Müslüman en yakınlarını katleden Fatih’i, Kanuni’yi ahali dizi filmlerle öğrendi nihayet.
Vahdettin kızı Sabiha Sultan’ı (beni severdi, bir ara paylaşırım) reddeden “Arslan Yeleli Paşa” neden halifelik yerine cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik ilkelerine sarıldı?
Yetmedi, ardından bunlara devrimcilikle birlikte ele aldığı devletçiliği neden ekledi?
Temel anlayış şuydu: İslam ile devlet birlikte düşünülemez. Tam aksine İslam, tarihsel/sosyal bir zorunluluk olan devleti, sürekli devrime iten halkın demokratik vicdanıdır.
Üstelik devletin adı cumhuriyet de olsa, siyasetçi adına demokrasi dese bile...
Siyasal dincinin İslam’a kurduğu en büyük tuzaktır şekilcilik. Bu nedenle ayetlerin yerine, peygamberinden yüzlerce yıl sonra uydurulmuş hadisleri ve hurafeleri koymaktadır. Bu nedenle, İslam’ı çıkarlarına göre biçimler içine sokmakta ısrar etmektedir.
Yargıyı öteki dünyada ve ilahi sayan Müslüman, neden Allah adına fanilerin yazdığı yasaları kabullensin? Atanmış yargıçla yargılanmayı neden kabullensin? Söyleyin neden?
Devlet bir gereklilik olarak ortaya çıkınca; Müslüman’ın, yaşarken anlayışla karşılayabileceği geriye bir tek hukuk sistemi kalıyor.
O da gerçek demokrasi içinde oluşturulmuş, laik bir hukuk.
Yetmez ama “şimdilik idare eder” diyebileceği bir uzlaşma hukuku. Ötesi anarşidir!