Bence deneyim, yaşamı tehdit eden bakterilerin durgun suları sevdiğini öğrenmiş olmaktır. Bir de, suların köpürüp sellere dönüştüğünde, nerede set olabileceğini kestirebilmektir.
Zamane demokrasisi, iktidardaki kanat yıprandığında, diğer kanadın iktidar seçeneği sunması ve halka umut vermesi ile yaşam bulur. Merkezin sağı büyüme sağlar, büyüme adaletsizlik ürettikçe de sol, paylaşımla çözmeye talip olur.
Klasik teori...
Peki... Ya böyle olmazsa?...
Ki... Bugün böyle değil...
İktidar tapusu alan muhafazakar görünümlü bir parti, sistemin muhalefet ihtiyacını da kendi içinde üretiyor.
(CHP’nin genel merkezden taşra örgütlerine yöneticileri, özeleştiri yapmak yerine, benim gibi “kral çıplak” diyenlere boşuna tepki göstermesin, aynaya baksın.)
İktidar ve muhalefet görevi aynı parti içinde yapılıyor ve asıl siyasal kriz de budur!
Özellikle iş dünyası ve sivil toplum için olağandışı riskler barındıran bu ortamda, bakışı genişletmek ve çatışmacı olmamak gerekiyor. Filler tepişirse çimenler ezilir. Hele ki filler sık ormanda tepişmeye kalktıysa, yeni sürgün fidanlar ve asırlık ağaçların yere yakın dalları da kırılır, ezilir.
‘Dört Eğilim’ iktidarında, Biga deneyimli Hacı abi (İbrahim Aydın) bile, bugün olup biteni anlamakta zorlanıyor ve şöyle diyor:
“Bunlar bilye oynuyor. Oyun dediğin zarla oynanır. Köşelidir! Atarsın zarı, ne geliyorsa ona göre oynarsın. Kazanır, kaybedersin.”
Hacı abi, bilye ile de oynandığını bilmez mi? Bilir! Çocuk oyunu sayıyor da ondan...
Oysa, öyle bir süreçten geçiyoruz ki, 500 yıl öncesinin sarayzade ve sarayzedelerini bile “ecdat” diye bugün oyuna katanlar için, aslında her şey senaryo gereğidir.
Özellikle Biga gibi, ülkenin binde biri ölçeğindeki karakteristik ilçede; çok daha sakin ve akıllı olmak gerekiyor. Bugün çizdiğinize yarın nasıl bakacaksınız?
Dün aylığı üçyüz lira olan dairesini kiralamaya kalktığın için “senin paran yetmez” diyeni, bugün seyyar tostçu olarak gördüğünde, on lira verip “üstü kalsın” intikamı almak insanca değil ki!
En değerli sohbet zamanlarının televizyon dizilerine tahsis edildiği bir ülkede yaşıyoruz. İzleyici de olsak, oyunculuğumuz gelişiyor. Hepimiz az çok rol keser hale geldik. Kendi gerçek kimliğimizden uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz.
Böyle bir ortamda, rol gereği çatışmaları, kendi gerçeğimizmiş gibi algılayarak, bu çatışmaların tarafı olmanın tehlikelerini görmeliyiz.
Bakın Çanakkale il merkezine.
Kim, kiminle, ne için çatışıyor?
Kişisel olarak algılamakta acizim.
“Herkes kendi evinin önünü temizlese, dünya tertemiz olur” derler ya...
En azından Biga’yı belirsiz çatışmalardan bir süre de olsa uzak tutalım. Sakin olalım, en azından reklam aralarında kendi ortak gerçeklerimizi konuşmayı deneyelim.
Kim bilir? Belki çatıştığımız veya çatışıyor göründüklerimizle, bilinçaltımızda aynı kaygıları taşıyoruzdur.
Aynı teknede dalgalarla boğuşurken; güverteden, lüks kamaradan; kazan dairesindeki makinistin, üçüncü sınıf biletlinin ve hatta ambardaki kaçak göçmenlerin farkına varmalıyız.
Gerçekle sanal olanın birbirine karıştığı insan yapısı bu tufanda, el etek öpmenin de alemi yok, çim biçme makinesi olmanın da...