Önce özür dilerim.
Yanılmışım.
Tepkisizliğe çok kızıyordum ve “bir şey olmaz” diyordum.
Meğer çok sabırlıymışız. Ama sinirlenince de çok güzel oluyormuşuz.
Rüya gibi her şey... Hayallerin ötesinde...
30 Mayıs’tan bu yana yaşadıklarımız.
İnanılır gibi değil.
Bütün bunlar nasıl oldu?
Taksim meydanında yüzbinler nasıl toplandı, nasıl korkmadan zulüme karşı direndi.
Kim tahmin edebilirdi tüm bunları?
“Hayatımda ilk kez ülkem oldu” dedi yazar Sema Kaygusuz...
Ne güzel...
Evet öyle... Artık umudumuz var...
Her şey ilk defa oldu.
Kadınlar mesela...
Bağrını Toma’nın tazyikli suyuna gerdiler.
Göz yaşartıcı gazın karşısında dimdik durdular.
GÖZ YAŞARTTILAR.
Dönüp dönüp o fotoğraflara bakıyorum.
Sonra uzun uzun susuyorum.
Susuyorum yüreklerini meydanlara getiren yüz binlere...
Ya da Toma’yı durdurmak için kafasını lastiğe dayayan kardeşe…
Ya da bir başka cesaret abidesi olan; tüm o baskıya rağmen “Hayır bu camide içki içilmedi” diyen Dolmabahçe Camii imamına...
Ya da İstanbul’un dört bir yanından Taksim için yola çıkanlara, barikatları aşıp köprüyü yürüyerek geçenlere…
Ya da kapılarını sonuna kadar Gezi direnişçilerine açan Divan Oteli’ne, ev sahiplerine...
Ya da kelepçelenip götürülen vicdan sahibi doktorlara, avukatlara...
Tahammülsüzlüğe, barbarlığa, faşizme, zalimliğe, yalancılığa, iftiracılığa direnen herkese...
Kanını, terini, gözyaşını akıtanlara...
“Helal olsun” denilir ve susulur.
Ya da ayakta durulur öyle...
Ayakta durulur...
Hiçbir şey bitmedi, yeni başlıyor.