İntihar vakaları, rekor düzeyde. Resmi intihar istatistikleri maalesef gerçeğin çok küçük bir bölümünü yansıtıyor.
Eğer “2011 İntihar İstatistikleri doğrudur” deniyorsa, son bir yıldır çok ama çok vahim bir toplumsal felaketle karşı karşıyayız.
Son bir ayda Biga’daki intihar vakası sayısı, 2011 yılı Çanakkale il çapındaki vaka sayısını geçmiş durumda.
1 Şubat 2013 tarihli Bigazete 3. sayfa manşetinde bir haber başlığı vardı:
‘Kendimize ve en yakınımıza... Aman!’
İntihar, insanın yaşam umudunu yitirmesi demek. Yaşam şansını kullanmamak demek. Bir nefes sigaranın bile keyif vermemesi, hatta kaldırımdaki çatlaktan fışkıran minicik papatyadan bile umutlanmamak...
Psikiyatrist veya psikolog değilim, ama bir gazeteciyim. İzliyor, gözlüyor, kaydediyor, araştırıyor; geçmişle, eşzamanlı, benzer mekanlı, benzer koşullu, benzer kimliklilerle kıyaslıyor, gidişatı anlamaya çalışıyorum.
İntihar öykülerini haberleştirmemeye özen gösteren bir gazetede yazıyorum. İster yeni acılar eklememek, ister yeni intiharları özendirmemek deyin, elimiz gitmiyor işte...
Ancak, yazan biri olarak kendimi; bu toplumsal çöküşü değerlendirme ve sağlıklı bir toplum psikolojisi oluşumuna küçük de olsa katkı verme yükümlüsü hissediyorum.
Kendi aklını, kendi sorgulama yeteneğini ve kendi karar verme gücünü kullanmaktan kaçınan, üretilmiş referanslara yaslanan bireyler, çok çok topluluklara dönüştük.
Toplum değiliz!
Bir etnik kimliği taşıdığımıza inandırılıyor, önemsiyor, o ırk için ölüyor, öldürülüyoruz.
Sanki çatlaktan fışkıran papatya, biz Pomak, Kürt veya Çerkez olduğumuz için... Yörük Ali koparıp aşkını sunsun diye sanki...
Irkımız olmasa yaşayamazmış gibiyiz.
Bir dinin bir mezhebinden bir tarikat veya cemaate kapılanıyoruz. Madem ki Allah bir, birbirini reddetmeyen kitaplar ve yaşanası bir dünya sunmuş... Neden kullara biad ederiz? Allah’ın gücüne gitmez mi?
Kur’an yalnızca bir yerde intiharı yasaklar görünüyor, üstelik merhameti de ekleyerek. Dürüstçe ortaya koyalım. Ayet muğlak, yorumlar muhtelif ve imama kalmış!
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir. (Nisa Suresi 29. Ayet)”
İncil ne diyor: “Sıkıntılı gününde seslen bana, seni kurtarırım, sen de beni yüceltirsin. (Mezmur. 50/15)”
Tevrat ve Talmud’da da benzer biçimde intihar geçiştirilmiştir.
Özetle yaşam bize hediyedir, ölümü seçme ise bize bırakılmıştır. Maalesef hediyenin tadını çıkaramıyor, kalkıp oy kullanıyoruz.
Milyar dolarlık futbol pazarı efendilerine tapıyor, “ölürüm yoluna” oluyoruz.
Reyting sağladıklarımız cukkaları cebe indirirken, sevgiliye filmin esas çocuk tavrı takınıyoruz. O da kendini esas kız sanıyor. Bizim esas çocuk olmadığımızı anlayıp reddettiğinde; intihar ediyor, öldürüyoruz.
Çorbaya bir kaşık daha su katarak da yaşanabiliyorken, devletlerin borç senedi banknotları yitirdiğimiz için...
Dünyayı değiştireceğini sanan intihar eylemcisiyle, saydıklarımdan biri için öldüren, intihar eden arasında fark nedir?
Yunus,“ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” demişti. Bu kadar sade iken yaşamak, yalnızlaştıkça karmaşıklaştıran biziz? Bunu nasıl da sığlaşarak yapıyoruz?
Hay ırkına, dinine, kulübüne, idolüne... Dersem... Oy kullanacak mısınız?...
Allah görüyor, duyuyor ve biliyorsa işine karışmak niye? Üç günlük yaşam şansımızı kullansak, toplum olmaya çalışsak ya...
Demokrasi, ekonomi, dil, din, ırk, kültür ne varsa; ayrışmak, öteki üretmek, yalnızlaşmak için birer silaha dönüşüyorsa...
Gelin hepsini arşive kaldıralım.
Silahsızlanmayı seçelim. Yaşamak için!