Yazdığım her haftalık yazı sonrası, “bu kez de fırsat olmadı, ama gelecek hafta mutlaka güzel şeylerden söz etmeliyim” diyorum.
Olmuyor işte...
Biga’ya döndüğümden bu yana, birbirinden farklı mesleki bilgi ve deneyime sahip, felsefi açıdan birbirinden farklı düşünen, çok saygın insanlar tanıma şansı buldum.
Bana en şaşırtıcı gelen, bu değerli insanların, ayda bir kez bile entelektüel birikimlerini yazarak paylaşmaktan kaçınıyor olması.
Ne de çok eleştirdim, onların yazmaktan sessizce kaçışlarını.
Oysa o kadar haklılar ki...
İstanbul ve Ankara gibi metropollerde yaşayan bir entelektüelin her konuda düşüncesini yazıya dökmesi ile, küçük bir kentte yaşayan entelektüelin sınırlı bir alanda da olsa yazı yazması arasında, çok farklar var.
Metropol yazarı, mevcut yasal çerçeve içinde yazdığında, düşüncesini açıklamış olur. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz...
Küçük kent yazarının öyle mi?...
Diyelim ki yazdınız.
Diyelim ki, yasaları iyi biliyorsunuz.
Mesleğe yeni başlamış genç savcılar inceleyecek, yazınızı. Yasaları sizinle aynı biçimde yorumlayacağını nereden çıkardınız?
Diyelim ki “savcı yazsın iddianamesini, nasılsa yargıç karar verecek” dediniz.
Küçük kentlerde her gün basın hukukunu ilgilendiren dava olmuyor ki... Genç yargıcın yasaları yorumlamasının, sizinle aynı yönde olabileceğinden nasıl emin olabilirsiniz ki?...
Diyelim ki küçük kentinizde, haber ve bilgi verme, eleştirme özgürlüğünü; deneyimsiz de olsa bilimsel açıdan önemseyen genç savcı ve yargıçlar var...
Yazınızda eleştirdiğiniz konuyla ilgili kişi veya kurumların, metropol kentlerdekiler düzeyinde hukuk ve demokrasi bilincine sahip olduğunu nasıl bileceksiniz?
Mahalle dedikodusuna sık sık muhatap oldukları halde, belki de ilk kez yazılı biçimde eleştirildilerse... Ve... Eleştiriyi, hakaret ve iftira olarak algılıyorlarsa...
Küçük kentlerde tek tek bireylerin ve kurumları temsil eden yöneticilerin, vicdanlarını nasıl şekillendirdiklerini bilebilir misiniz? Küçük kentde yumurta çalmak suç sayılırken, tavuk çiftliğine el koymak ya haklı kazanç sayılıyorsa...
Eleştirilen, yaptığı haksızlık ve hukuksuzluğun velev ki farkında... Ya kendini Kaf Dağı’nda, yazarı ise sinek görüyorsa ne olacak?
Hele, delilleri karartacağına inandığı işbirlikçileri varsa...
Olur ya... Haber veya yazıdaki eleştirilere muhatap olanların da diyeceği bir şey yok!
Sorun burada bitiyor mu?
Kraldan çok kralcılar küçük kentde pıtrak gibi maaşallah!... Metropoldeki gibi kimse yalnız değil. Hısım var, akraba var, komşu var, arkadaş var. Bir kereliğine sohbetdaş, partidaş, cemaatdaş, takımdaş, dernekdaş...
Var oğlu var yani...
Haydi diyelim, yazınızdaki eleştiriye konu kişi veya kurum itibarlı değil, ahali pek sevmiyor, ibrikçileri de yok...
Ya kendine tetikçiler bulursa?
Nüfusa oranla, küçük kentde tetikçi sayısı, metropollerden daha fazla çıkabilir.
Üstelik küçük kentde bu iş üç kuruşa yapılıyor, metropoldeki gibi geleneği oluşmuş yüksek maliyetli derin yapılar değil ki...
Yen dar, yer dar...
Niye eleştirisini yazarak yapsın ki, adam?
Üstelik, yazabileceğinden çok daha ötesini, yakın çevresinde ifade edebiliyorsa...
Manzara bu iken, küçük kentde yazarak haber ve bilgi vermek, eleştiri yapmak yiğitlik midir, salaklık mı?
Bana göre ikisi birden.
Peki.... Mesleğiniz gazetecilik ise, yazmak ise... Bu durumda ne yapacaksınız?
İçi boş güzellemeler yazacaksınız!
Şimdi bana “sen de öyle yap” diyebilirsiniz.
İyi de, küçük kentde okur değil, bakar için güzelleme yayınları hep vardır. Güzelleştirilen, kağıt parçasındaki fotoğrafını dar çevresine gösterir, gösterir, kendini tatmin eder.
Gazeteciyseniz meslek ahlakına, yaşadığınız coğrafyaya ve halka karşı sorumlusunuz. Eksiği, yanlışı yazmaya zorunlusunuz.
İşte bu nedenlerle küçük kentde gazetecilik nitelikli mesleklerden biri sayılmıyor. Adını yazmaktan aciz eğitimsizler, ortalıkta “Basın” diye bu nedenle dolaşıyor.
“Al şu yirmiliği, çek bi fotoğrafımı.”
“Elli kağıt versem, şu herife bir giydirsen..”
Küçük kentte avukat, mali müşavir, hekim, öğretmen, mühendis, mimar, eczacı, veteriner var ve kolay kolay salaklık etmezler!
Gazetecilik ‘ileri demokrasi’ de salaklık olabilir, ama cahil mesleği de değildir!
Hem yiğit ve hem de salak olanlar, zaten teflon gibidir. Atılan pislikler asla yapışmaz!