Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki milletvekillerinin, “milletvekili” sıfatına hiç saygı duyamıyorum, elimde değil! Hele onlara “sayın” diye hitap edilmesi, içimi burkuyor.
İnsan olarak, aralarında saygı duyabileceklerim elbette çıkar, ama benim saygı duyamama sorunum “millet vekili” olmadıklarına dairdir.
İleri Demokrasi yalanı bir yana, demokrasi var mı? Muhalefetten bile bir teki çıkıp “Yahu dürüst olalım. Oy alıp seçildiğim doğru da, oy alacak yere beni şu, şu güçler oturttu; şu şu güç odaklarınca kondum; seçilmek için adil olamayan Siyasi Partiler Kanunu ve partimin tüzük imkanlarını şöyle, şöyle kullanarak kendimi seçilecek yere koydurttum...” diyemiyor.
Gücünü halk yerine genel başkandan, parti yönetimindeki “abi” den, bilmem hangi güç odağından veya yerel parti örgütünü ele geçirmiş “takım” dan alana saygı göstersem kendime saygımı yitiririm.
Böyle bir sisteme Demokrasi dersem de, önce kendimi kandırmam gerekir.
Bu yapı faşizm üretir, bu yapı saltanat üretir, çünkü bu yapı Abdülhamit’in Meşrutiyet Rejimi’ni andırmaktadır.
Kefen edebiyatı
Başbakan ikide birde “kefenimizle yola çıktık” diyor, “kefenimizle yola devam ediyoruz” diye ekliyor.
Kefen edebiyatı savaş dönemlerinde anlaşılabilir bir durumdur. Demek ki savaş var, o da ordulardan birine komuta ediyor. Savaşlarda kazanılan zaferler, kefensiz gömülenlerin yüzü suyu hürmetinedir.
Erdoğan, kimlerin kefensiz topluca toprağa gömüleceğini de söylemek durumundadır. Halk da, çocuklarının kefensiz gömüleceğini öğrenmelidir.
Anayasa Komisyonu
TBMM’deki Anayasa Komisyonu çalışıyormuş. Uzlaşamadıklarını geçip, uzlaştıkları maddeleri yazıyorlarmış. Afedersiniz ama sokak diliyle “işe başından değil, kıçından başlayarak” Demokratik Anayasa yapılamaz!
TBMM’deki anamuhalefetin o masada olması, çeşitli demokratik çevrelerce yadırganıyor, ben acı acı gülüyorum.
Sosyaldemokrat görüşle zerre ilginiz varsa, ne işiniz var komisyonda?
Bilen biliyor, biz yazıyoruz
Yaşananlara tanık olan, izleyen nice insanın karnından konuştuğu bir süreçte, Kelaynak kuşu gibi görünen benim gibi eli kalem tutanlar yazıyor. Bu yazma işi mesleğimiz. Yazdıklarımızın içtenliği onurumuz, ahlakımız, yurttaşı olduğumuz Türk Ulusu’na duyduğumuz sorumluluk...
Kendi payıma “Kahraman” olma derdinde değilim, aksine mutsuz olurum. Ancak... “Yiğit” olduğumu biliyorum, bu konuda tevazum da yok! Yiğitlik, kişiye özgü bir sıfattır, birileri vermez. Yiğitliğin bir tek ödülü vardır, o da insanlık tarihinin takdiri.
“Haklısın ama sana yazık değil mi...?”
“Sana mı kaldı be arkadaş, niye kendini kurban ediyorsun?”
“Senin gibi, hiçbir çıkarı olmaksızın insanları düşüneni görmedim. Biraz da kendini düşün, git bir doktora görün...”
Bunlar iyi niyetli uyarılardan küçük örnekler. Bir de beni, yaşam biçimimi, yaşama bakışımı tanımadan, bilmeden gelen tepkilerden örnekler vereyim:
“Kimden besleniyorsun?”
“Dinsiz, imansız, kitapsız!”
“Darbeci!”
Vallahi böyle işte...
Az önce boğazdaki villamdan cipime atladım, duvarında Yahudi lobisinin ödülü asılı ofisimde, ABD-Arap fon kuruluşu ile bir kamu arazisini kapatma görüşmesi yapacağım. Sonra Emevi Camii’nde Cuma namazı, akşam da Silivri’den gelen kriptoları çözeceğim..(!)