Neden şaşırmadım acaba?
Yolsuzluk hükümetleri ile meslek yaşamımda ilk kez karşılaşmıyorum. Yalnızca zamanla işin hacmi büyüyor, o kadar.
Başbakan kalkıp “Ortada çok kirli bir operasyon söz konusu” diyemez.
AKP tam 11 yıldır iktidar! Soruşturmayı yürüten savcıların, aramalarda görev alan polislerin tümü, bu görevlere kendisinin döneminde getirildiler.
Düne kadar Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi operasyonlarda gözaltına alınanlarla ilgili daha iddianameler bile yazılmadan her türlü hukuk ve ahlak dışı teşhire destek veren ve “Savcı benim!” diyen Erdoğan’dır.
“Abdestinden kuşkusu olmayanın, namazından kuşkusu olmaz” diyordu ya, bu kez operasyonu yürüten polisleri anında neden görevden aldı dersiniz?
Benim saf halkımı yıllardır kandıran öykü nasıl başlamıştı, bir anımsayalım.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden başlamıştı, karizma öyküsü.
Halk Bankası, Dubai altınları son duraktır. Yolsuzluğun çıkış noktası İstanbul’dur, İstanbul’daki rantın paylaşılmasıdır, ilk adres İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul belediyeleri ve ardından TOKİ ile Çevre Şehircilik Bakanlığı gelir.
Diğerleri sonra...
Karizma çizilmiştir, bağırsaklar boşaltıldıkça görecek ve duyacaklarınızla, “yahu biz ne safmışız!” diyebilecek misiniz acaba?
Türkiye’nin her yerinde iktidar siyasetçisinin, her şeyi çürüten yolsuzluk öykülerine hazırlıklı olun. Yarın eski Çanakkale Valisi’nin adamlarının öykülerini, ertesi gün İl müdürlüklerindeki vakaları, öbürgün İl Özel İdaresi’nde ve belediyelerde olup bitenleri, aynı anda ÇOMÜ’de, GMKA’da, Terzioğlu Vakfı’nda, Basın İlan Kurumu’nda olup bitenleri bir operasyon haberiyle duyabilirsiniz.
Son on yılda, belgelemek için araştırmaya kalktığımız bir takım olaylarda, canımıza kastedilmeye kalkılması gibi çok şey yaşadık.
Evet! Gerçek gazeteciler, yolsuzluk haberi yazarken kılı kırk yararlar. Bilmek yetmez. Belgelemek bile son yıllarda yetmez oldu.
Yargıya güveniniz kalmadıysa, ima edersiniz, olasılıklardan söz edersiniz.
Aslında hukuk devleti olsaydık da, çok çok bir adım daha giderdik, gerçek gazeteciler olarak. Hukuk devletinde, sanıkların masumiyet karinesi vardır. Suçu yargı tarafından kesinleştirilmemiş hiç kimseyi, gazeteci olarak suçlu gösterme hakkımız yok.
İstanbul’da medya maymunluğunu reddederek, küçük bir taşra gazetesi çıkarmayı göze aldığımda, “gerçek gazetecilik ölmez!” demiştim ya... Avuntu değildi.
Kendi payıma, rezilliklerin bir gün ortaya çıkacağına inancım tamdı ve şimdi mutlu olmalımıyım bilmiyorum. Sanki değilim.
Huzurumun kaynağını biliyorum ama...
Milyon dolarlık yalıları elinin tersiyle itenlerden olmanın ferahlığı var tabii...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onurlu yüzlerce mensubuna yaşatılanları, maalesef içim sızlayarak izledim. Kuddisi Okkır isimli cenazesini bile belediyenin kaldırdığı insanı, alnı secdeye varanlar Ergenekon Kasası diye yok ederken, insanlığımdan utandım.
Kendi çocukları safahattayken, sokağa çıktığı için körpecik bedenlere adeta cihad ilan edilmesi, canımdan can koparttı.
“Rüşvetsiz iş yapmak mümkün mü Adil bey!” diyen işadamlarını, özel sektör profesyonellerini dinlerken, içim burkuldu.
Aslında tablo, bakan herkesin göreceği kadar açıkça ortada.
Türkiye bir rant ülkesi. Milyarlarca dolar yabancı sermaye girdi. Devletin trilyon dolarlık varlıkları paylaşıldı.
Girişimci var, yatırımcı var, ama siyasetçi ve bürokrat da var!
Tehdit var, ceza var, rüşvet ve ulufe de var.
Biz var, öteki var!
Banka var, teşvik var, hibe var, medya var, YÖK var, HSYK var...
Elbette, “Hükümet versin” diye bekleyen milyonlarca da seçmen var.
Hak etmediği yumurtayı alan, tavuğu çalana, kümesi götürene ses çıkarmadı!
Herkes şöyle bir çevresine baksın.
Neler değişti son yıllarda.
“Yoksullaşanlar akılsızlar ve tembellerdir. Aniden zenginleşenler çok akıllı ve çok çalışkanlardır” diyorsanız...
Abisinin adamı ucuz siyasetçilerin, dün camide imam iken bugün üst düzey bürokrat yapılanların önünde eğilip bükülürken, onurlu yoksulluğu seçenleri aşağılayıp hala dalga geçiyorsanız...
Bunlar da gider, ama sistem aynen sürer!