Bizimki karşılıksız sevgi
Mesleğinizi, işinizi yapıyorsunuz. Kazanmadığınız halde, mevzuat gereği paşa paşa verginizi de ödüyorsunuz. Çıkışmadığında üstelik, gecikme cezasıyla...
İstihdam yaratıyorsunuz. Öyle kaçak falan değil, sosyal güvenlik kapsamında, sigortası, muhtasar vergisiyle... Mesleği öğrenmişlerle değil üstelik, öğretmenlik yapa yapa...
En mütevazı mekanlarda oturuyor, en mütevazı giysiler giyiyor, en mütevazı besinlerle yaşıyorsunuz. Gelenek ve göreneklere, geçerli ahlak ortalamalarına göre hiçbir kötü alışkanlığınız bulunmuyor. Ne bileyim... Harama uçkur çözmüyorsunuz, uyuşturucu, alkol gibi bağımlılığınız yok.
Çay ve sigarınız olmasa, neredeyse derviş gibisiniz...
“Oku” demişler, yıllarca okumuşsunuz. “Askere git” demişler, “Yurttaşlık görevi” demiş gitmişsiniz. Kaçmamışsınız, parayla yapmamışsınız.
Ortalamaların çok altında uyku saati ile yaşama alışkanlığı edinmişsiniz. Ortalamaları ikiye katlayan çalışma temposuna sahipsiniz...
Ülkeler, kentler, kasabalar, köyler görmüşsünüz. Değişik kültürlerden yaşlılar, gençler, çocuklar, kadınlar, erkeklerle iletişim kurmuşsunuz.
Öğrendikçe konuşmuş, konuştukça yazmışsınız, yazabilmişsiniz... Üstelik, bildiğiniz ne varsa, kim sorduysa paylaşmışsınız, bilgi kıskançlığı da yapmamışsınız...
En çok, doğduğunuz toprakları sevmişsiniz. En çok, içinden çıktığınız insanların arasına geriye dönmeyi düşlemişsiniz. Öyle de yapmışsınız...
......
Diyelim ki, böyle bir insan var!
Böyle bir insan yakınlarınızda olsa, onu “verici” olmaktan caydırmak için elinizden geleni yapar mısınız? Yok etmeye çalışır mısınız?
Diyelim ki aynaya baktığınızda, böyle birini görüyorsunuz!
Egonuz gelişmez mi? “Kendini beğenmiş” olsanız bile, kendinizden nefret eder misiniz? İntihar etmeyi düşünür müsünüz?
“Hayır!” diyorsanız:
“Siz aslında sıradan bir insansınız. Toplum körleştiği, yozlaştığı, küçük çıkarlar, sığ ilişkilere sıkışıp kaldığı için, onlardan farklı görünüyorum” diye düşünmekten başka çareniz kalır mı?
Neyse ki, yurdumun “bütün renkleri” içinde herhalde bana da yer vardır... Yok edilmeye kalkılsam da...
Cumhurbaşkanı Çankaya Köşkü’nde Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu verdi. Yurdumun medyasında köşe sunulmuşlar, “bütün renkler vardı” diye yazdılar.
Saatlerce görüntüleri izledim. Bir daha izledim. Kafasındaki kılları örtenler de katıldığı için demişler.
Tüm renkler nedir?
Kafasındaki kıllara belik yapanlar, kafa kıllarını rengarenk boyayanlar, boncuk takanlar, orasına burasına piercing yaptıranlar...
Çok mu radikal oldu?
Şalvarlı, blue-jeanlı, t-shirtli, feraceli, kara donlu, taytlı falan da göremedim.
Erkekler siyah-beyazdı. Renkli giysili bir tek erkek göremedim. Fenerliler, Cimbomlular bu ülkenin renkleri değil mi?
Kadınlar vardı. Ahmetler köylü Fatma ninenin benzerine de rastlayamadım.
Cumhurbaşkanı “Cumhur” un bin kişisini davet etmişti. Kalan bin davetli ise o bin kişinin yanındakiydi.
Elbette kadınlardı “ilaveten” yanındakiler...
Emine hanım yoktu ve hiç de olmamıştı zaten...
Biga’da, yalnızca farklı düşünüyor diye “gerçek sıradan” birini yok etmek isteyen; mesleğini, işini yaptırmamaya çalışan be hey gaafiller!
Emine hanım gibi farklı görünen “gerçek sıradan” bir insana da aynı muameleyi yapabilir misiniz?