Şairin dediği gibi: “Yolculuk başlamasa yürek çağırmaz.”
Yolculuk, bir yaz sabahı kuşluk vaktinde İstanbul’dan başlıyor. Yunanistan’a gitmek üzere otobüsle yola çıkıyoruz. Sabahın erken saatlerinde Edirne'deki İpsala Gümrük Kapısı'na ulaşıyoruz. Türk sınır kapısı modern bir görünüme kavuşmuş; yenilenmiş, ülkemize yakışır uluslararası bir geçiş noktası hâline gelmiş.
İpsala’dan çıkıp Meriç Nehri üzerindeki köprüden geçiyoruz. Artık Yunanistan topraklarındayız. Seyahatimiz başlıyor…
Keşfedilmeyi bekleyen kültür mirasımızın nadide eserleri bizi çağırıyor. Yol alıyoruz; dere tepe dümdüz giderken, tarih şahlanıyor, mekân dile geliyor. Zaman siliniyor, köyler ve kasabalar kendi hikâyelerini fısıldıyor bize. Tarihini, geçmişini, hüznünü…
Burası Batı Trakya… Resmen Yunanistan sınırları içinde olsa da gönlümüzde hâlâ bizim bir parçamız. Uzun yıllar Osmanlı idaresinde kalan bu coğrafyada manzaralar tabloya dönüşüyor. Tarlalar çiçek açıyor, minareli camiler bir bir dile geliyor.
AB Üyesi Yunanistan, Batı Trakya’daki Müslüman-Türk azınlığı neden fakir bıraktı?
Avrupa Birliği fonlarıyla yapılan otoyolda ilerlerken kendimizi Anadolu’nun herhangi bir bölgesinde hissediyoruz. Yolun sağında solunda küçük köyler, kırmızı kiremitli evler, ince minareli camiler… Sanki kültürümüz konuşuyor bizimle. Ancak Yunan devlet yönetimi, Türkçe yer isimlerine tahammül edememiş. Batı Trakya'daki köy ve şehir isimlerinin çoğu çoktan değiştirilmiş: Fenercik artık Feres, Dedeağaç Aleksandrupoli, Gümülcine Komotini, İskeçe ise Xanthi olmuş.
Otobüsün camından minareli köyleri izlerken derin bir "ah" çekiyor ve diyoruz ki:
“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…”
Yunanistan, beş bölgeye ayrılıyor: Makedonya, Trakya, Epir, Teselya ve Mora. Topraklarının büyük çoğunluğu dağlık; ova oldukça az. Yazlar sıcak, kışlar ılık ve serin – tipik bir Akdeniz iklimi. Zeytin, çam, pıynar ve sakız ağaçları her yerde...
Yaklaşık 9.9 milyon nüfuslu ülkede, insanların üçte biri başkent Atina ve çevresinde yaşıyor. Yunanistan, başkanlık sistemine dayalı bir parlamenter cumhuriyet. Başlıca şehirleri Atina, Selanik, Pire, Kavala, Patras, Yanya, Serez, İraklio...
Yunanistan’da yaşayan Türkler, tüm baskılara rağmen Türkçe konuşmaya devam ediyor. Yunanca da biliyorlar ama kimliklerini kaybetmemekte ısrarcılar.
Osmanlı-Türk eserlerini araştırmak için uçsuz bucaksız tarlalardan geçerek İskeçe’ye varıyoruz. Rodop Dağları’nın eteklerinde kurulu bu şehirde, bizi Osmanlı yadigârı bir saat kulesi karşılıyor. Paskalya tatili nedeniyle caddeler sessiz, dükkânlar kapalı. Ormanlık yollardan geçip Kavala’ya uzanıyoruz.
Kavala… Bugün on binlerce Türk'ün yaşadığı, Yunanistan'ın en fakir bölgelerinden biri. Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe’yi geride bırakıp Kavala’ya doğru ilerliyoruz.
Uzaktan kaleyi görüyoruz. Yaklaştıkça, Osmanlı’nın şehre su taşımak için yaptırdığı muhteşem su kemerleri tüm ihtişamıyla karşımıza çıkıyor. Bu eserler, Kanuni Sultan Süleyman’ın su kültürüne verdiği önemi ortaya koyuyor. Kemerlerin hemen yanında, kiliseye çevrilen bir caminin mahzun hali dikkat çekiyor.
Yolumuz, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın doğduğu konağa düşüyor. Yunanlılar, Osmanlı’ya isyan ettiği için Paşa’ya büyük ilgi göstermiş, konağını restore edip önüne görkemli bir heykel dikmişler. Yüzlerce Osmanlı eseri yıkılırken, buraya gösterilen özen çelişkili ve düşündürücü.
Dar sokaklardan geçip eski Türk evlerini geziyoruz. Kahve ikram eden Rum bir aileyle karşılaşıyoruz; Türkçe konuşuyorlar. Dedeleri Türkiye’den göç etmiş… Sohbetleri samimi, yüzleri sıcak.
Kavala'nın tepelerinden Ege'nin maviliğine bakarken, merhum Prof. Dr. Haluk Dursun’un sözleri geliyor aklımıza:
"Kavala'nın kalesiyle Bodrum’u, taş evleriyle Ayvalık’ı, limanı ve balıkçılarıyla Gelibolu’yu, kordonuyla İzmir’i anımsatıyor. Fakat bir anda karşınızdaki tepenin zirvesindeki dev haçı görünce gerçekliğe dönüyorsunuz."
Ne hazindir ki, Türkiye’de kiliseler restore edilirken, 1373’ten 1878’e kadar Osmanlı şehri olan Kavala’daki Türk camisi yıkılmaya terk edilmiş.
Gezimiz şehir merkezinde devam ediyor. Tarihi bir cami, kiliseye çevrilmiş, minaresi yıkılmış, yerine çan kulesi yapılmış. Her ne kadar izleri silinmeye çalışılsa da Kavala hâlâ bir Osmanlı-Türk şehri.
Gün batımını Kavala Limanı'ndan izlemek, insanı tarihin derinliklerine götürüyor…
Kavala, I. Murad döneminde (1373/74) fethedildi. Sonrasında Cenevizlilerin saldırısına uğradı, Yıldırım Bayezid tarafından geri alındı. Kanuni döneminde ise hem tahkim edildi, hem de su kemerleri onarıldı. Veziri İbrahim Paşa burada cami ve hayır eserleri yaptırdı. 1878’de Ayastefanos Antlaşması’yla Bulgaristan’a bırakıldı, ardından Yunanistan’a geçti.
Son durağımız: Selanik.
Yol boyunca üzüm bağları bize eşlik ediyor. Kestanelik yakınlarında duruyoruz. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin Osmanlı döneminde görev yaptığı yerdeyiz.
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te bu evde doğmuştu. Üç katlı ve bahçeli olan bu ev, Türklerin yoğun yaşadığı Koca Kasım Paşa Mahallesi’ndeydi. Bugün hâlâ Türk ziyaretçiler için bir anlam yüklü mekân…
Yazan: İsmail Kahraman
Düzenleyen: Ahmet Emirhan Kahraman