ABD'de önümüzdeki Salı günü yapılacak seçimlerden sonra Ortadoğu'da neler olabileceğini mi?
Tüm bu kirli savaşların en çok ABD'ye yaradığını mı?
Hızla artan küresel silahlanma yarışında en büyük bütçenin 698 milyar dolar ile ABD'ye ait olduğunu ve ABD'nin dünyanın en çok silah satan ülkeleri arasında 1 trilyon 630 milyar dolarlık pazarda yüzde 30 payla birinci olduğunu mu?
Washington'un taşeronluğunu yapan Ankara'nın, Suriye ile savaşın eşiğine gelmesini mi?
Bursa'da iki gündür devam eden olaylarda ülkücülerle cezaevlerindeki açlık grevine destek veren BDP'liler arasında çıkan çatışmaların ne kadar tehlikeli olduğunu mu?
Toplumumuza üç derin konudaki çatışmanın giderek tırmanışa geçtiğini mi? Laik-dinci, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayrımının tamamen sömürgecilerin provokasyonu olduğunu mu?
Diyanet İşleri'nin, 2013 bütçesinden aldığı payla 11 bakanlık bütçesini geride bıraktığını, Diyanet'in ayrılan 4 milyar 604 milyon lira ile en zengin 12. kamu kuruluşu olduğunu mu?
En zengin 100 Türk'ün toplam servetinin geçen yıla göre yüzde 25 arttığını mı?
Çalışanların ve orta sınıfın ise arka arkaya bindirilen zamlarla ödedikleri dolaylı vergilerle adaletsiz bir biçimde bütçeyi finanse etmeye devam ettiğini mi?
Hiçbirini yazmayacağım...
Diyorum ama yazdım da...
Aslında, dünyanın en önemli basın hakları kuruluşu sayılan Gazetecileri Koruma Komitesi'nin (CPJ) uzun ve titiz bir çalışma sonrasında Türkiye'de 76 gazetecinin tutuklu olduğu, bunlardan en az 61'inin gazetecilik faaliyetlerinden dolayı cezaevinde olduğunu içeren raporunu söz edecektim.
Türkiye'de gündem o kadar hızlı değişiyor ki, konu bayatladı... Arada Bayram tatilinin de olduğu bir haftalık sürede üzerinden birçok sıcak gündem konusu aktı.
Yine de basının nasıl susturulduğunu, CPJ'nin "2012 Basın Özgürlüğü Raporu'ndan" önemli başlıklarla kısa kısa aktarayım.
1 Ağustos 2012 itibariyle Türkiye'de 76 gazetecinin hapiste.
Bu durum ülkeyi İran, Eritre ve Çin'i geride bırakarak gazeteci hapsetme alanında dünya lideri yapıyor.
Bu gazeteciler içinden en az 61 kişi doğrudan gazetecilik faaliyeti yüzünden hapsedildi. Bu da son 10 yılın dünya çapında en yüksek rakamı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümeti basına karşı yakın tarihin dünya çapında en büyük saldırısını yürütüyor.
Erdoğan açıkça gazetecilerin itibarına saldırıyor, medya organlarını, eleştirel yazılar yazan çalışanları uyarmaları ya da işten atmaları için zorluyor ve çok sayıda hakaret davası açıyor.
Durum bu...
Farkındaysanız, Cumhuriyet Bayramı'nda halka sıkılan biber gazından, tazyikli sudan falan bahsetmedim.
Başka bir yazı konusu bu...
Ama şunu söyleyeyim; Cumhuriyet bitmek üzere...
Belki de bitti.
1923'te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet çok büyük ve çok ileri bir adımdı. Yeni Osmanlı-İkinci Cumhuriyetçi ittifakı bu yolu dinamitledi.
Tam bağımsızlık, egemenlik, laiklik, çağdaşlık gibi ilkeler yıkıldı.
Ekonomik cephede ise, serbest piyasacı anlayış Cumhriyet'in mücevherlerinin sata sata anca sonuna gelindi. Sosyal devlet rafa kalktı.
Bilimden, eğitimden, aydınlanmadan nefret eden, sömürgecilerle işbirlikçi, baskıcı, zenginleri seven, hortumcuları kollayan siyasiler Cumhuriyet'i temelinden sarstı.
Sadece şu anda iktidar koltuğunda oturanlar değil. Özellikle 1970'lerden sonraki tüm iktidarların payı var bunda...
29 Ekim kutlamalarının yasaklanması belki de son noktaydı.
Ankara'da yaşananlar işin hikaye kısmıdır, oynanan oyunun sonlarına doğru heyecanlı bir sahnedir. Belki biraz karamsarım ama bu konu çok ciddi...
Uykudan uyanmak, tartışmak, anlatmak, anlamak lazım.