banner1006
KÜLTÜR VE SANAT:
ESKİ-YENİ ÇATIŞMASI MİMARİDE DE KAYIPLAR YAŞATIYOR

29 Haziran 2021 Salı 12:29

 

 

CANSEVER DOĞU’YU DA BATI’YI DA İYİ BİLİYORDU

Mütefekkir mimar Turgut Cansever’in İslâm’da Şehir ve Mimari isimli eserinin ışığında gerçekleşen program, Toplumsal Kimlik ve Aslına Yabancılaşma konusunun dördüncü oturumu olarak gerçekleşti. Turgut Cansever hakkında bilgilendirmede bulunan Şifanur Özçelik Şirin, Cansever’in çağının mütefekkiri olması dolayısıyla “bilge mimar” olarak anıldığını ifade etti. “Hem Batı’yı iyi tanımış hem de Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini iyi okumuş bir mimar. Mesleki ahlakı çok yüksek. Kendine has bir üslubu var. Kubbeyi Yere Koymamak, Ev ve Şehir isimli eserleri önemli. Mimarî manada bir baba” diyen Şirin, sanatın dünyayı güzelleştirmek amacı taşıdığını belirterek Cansever’in bu sözün içini dolduran nadide şahsiyetlerden olduğunu, hayatı zorlaştırmak yerine kolaylaştıran bir mimari anlayışı benimsediğini, düşüncelerini anlamanın yolunu değişime nasıl baktığını kavramakla mümkün olabileceğini kaydetti. Cansever’in şehirlerin değişimini iyi izlediğini, kentleri ve yöneticileri aydınlar üzerinden okuduğunu, moderniteyi çok iyi takip ettiğini anlatan Şirin, bizlerin de bu süreçleri iyi değerlendirip rollerimizi belirlememiz üzerine tavsiyelerde bulunduğunu, mimarinin inanç değerlerine ters düşmemesi üzerine vurgularının son derece önemli olduğunu belirtti.

 

BETON VE DEMİRDEN MEDENİYET İNŞA EDİLEMEZ

Ahmet Şevki Şakalar, Cansever’in “dünyayı güzelleştirmek” düsturunu kendine dert edinmiş bir mütefekkir olduğunu vurgulayarak inanç-gelenek temelli, 20. yüzyıl başlarına kadar İstanbul’da ve Anadolu’da bozulmamış olan mimariden yola çıktığını belirtti. Cansever’e göre, Hıristiyan Batı’da dinî tasvirlerden gelişen mimarinin insanı sabit, cansız kılan ve kısıtlayan bir yol izlediğini anlatan Şakalar, İslam mimarisinin ise aksine insanı harekete geçiren ve karar verici pozisyona getiren bir mimari olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“Cansever, insanın yaşadığı çevreyi değiştirmede, geliştirmede ve kurmadaki inanç ve amel birliğinden bahseder. İnanç ve amel birliği derken bahçeli evlerden, sıkı komşuluk ilişkilerinden, moderniteye rağmen günümüzde bunu inşa edebilmekten söz eder. Cansever’in kitabında Paris ve Pekin örneği var. Pekin ve kısmen Paris özünü kaybetmeden günümüze kadar gelen nadir şehirlerden. Bu ifadeler, İstanbul gibi kadim bir şehir için onu kaybettiğimize dair özeleştiriler yapıldığını getiriyor akla. Mimari kaos ve baş dönmesi diyebileceğimiz eski-yeni çatışması sonucu kayıplar yaşadığımızla yüzleşmiş oluyoruz. Batıda heykel malzemesi olarak nasıl ki mermer öne çıkıyorsa bizim geleneksel mimarimizde de malzeme olarak taş ve ahşap öne çıkıyor. Bu malzemeler Cansever’in de işaret ettiği gibi yerel mimariyi beslemiş. Hem komşuluğu, hem maneviyatı, hem mahremiyeti, hem çocukların sağlıklı gelişimini sağlayan, merkezine cami kurulan, medrese, hamam, imaret ile geliştirilen, bu merkeze yakın uzak mahallelerle genişleyen biçimde planlanmış şehrin içine insanların kademe kademe katıldığı ahenkli bir yapıyı anlatmıştır Cansever. Var olanı korumak, daha fazla bozmamak gerektiğine dikkat çekmiştir. Betondan ve demirden bir medeniyet olmaz. Herhangi bir aidiyeti olmayan ve iletişimsizliği artıran bugünün konutları, manevi yoksulluğa ve yoksunluğa sebep oluyor.”

 

CANSEVER, YAHYA KEMAL’İN RÜZGÂRINI HİSSETMİŞTİ

Cansever’i bir ıslahatçı olarak gördüğünü ifade eden Engin Elman, kökten ve karamsar bir karşı duruşu bulunmadığına, maziye romantik bir şekilde yaklaşmadığına, var olanı ıslah ederek modern insanın zarar vermeyeceği hâle getirme düşüncesine dikkat çekti. Cansever’in önemli bir sanat tarihçisi olduğunun altını çizen Elman sözlerini şöyle sürdürdü:

“Cansever’de büyük bir şiirin mimarileşmesi var. Osmanlı’dan bu yana süregelen mimariyi hoca çok iyi özümsemişti. Yahya Kemal’in edebî çerçeveden baktığı, ‘Kendi Gök Kubbemiz’ dediği, Osmanlı beyefendisi olarak modern insanın zihninde estirdiği rüzgârı Cansever hissetmişti. Değişime ve dönüşüme karşı katı bir duruş sergilememiş, yüzyıllara yayılan mimari sesi yeni yüzyıla nasıl aktaracağını dert edinmişti. Balkanların hatta üçüncü dünya ülkelerinin başkentlerinde bile birkaç yüzyıl öncesinin esintileri vardır. Burada kökümü size göstermek istiyorum, mesajı mevcuttur. Ankara’ya bakıldığında kuruluşunu temellendiren modern başkent düşüncesi köklerle bağı kopardı. Bu manzaraya bakarak muasır medeniyetler seviyesi meselesinin bizi nereye getirdiği üzerine bir eleştiri yapmak gerekir. İslâm’da Şehir ve Mimari kitabını okurken birkaç film anımsadım. Bunlardan biri Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filmiydi. Filmde tohum ararken gittiği eski mekânda (türbe) buldukları aidiyet hissi önemliydi. Kaplanoğlu insanın kaybettiği mekân olgusunu da bize göstermeye çalışıyordu.”

 

İSLAMİ ANLAYIŞTA TEVAZU ÖNE ÇIKAR

İsmail Er, Cansever’in çevrenin biçimlenmesiyle toplum kimliğinin de biçimlendiğine dair tespitlerini ortaya koyarak Batı-Doğu arasındaki yaşayış, ahlak ve inanç farklılığından doğan biçim farklılıklarının çatışan yönlerine dair şunları söyledi:

“Cansever’e göre çevreye verdiğimiz biçim, davranış tercihlerimizi ve bu tercihlerimizdeki ahlak ve varlık telakkimizi ve inancımızı yansıtmaktadır. Şehir planımızın ahlak ve varlık telakkimizin bir sonucu olduğunu ifade etmiştir. İslami anlayışta çevreyi şekillendirirken tevazu öne çıkmıştır ve mimarimize yansımıştır. Merkezde bulunan, kalıcı olması istenen cami gibi yapılar sağlam malzemeyle, evler ise özellikle dayanıksız malzemeden yapılmıştır. Bu da zamanla yolların ve zamanın getirdiği şartlara göre yapıların kolayca değişmesini sağlamıştır. Buna rağmen temel yapılar olduğu yerde kalmıştır. Dayanıksız malzemeden yapılan evler, yanında sıralandıkları büyük camilerin daha da ihtişamlı görünmesini sağlamıştır. Cansever, doğayı kendimize göre şekillendirmek yerine, topografyaya uyum sağlamaya çalıştığımızı, atalarımızın mimariyi bu düstura göre şekillendirdiğini, bulduğumuz yapıya uyum sağlamakla mükellef olduğumuzu belirtmiştir. Merkezler, merkezlerin etrafındaki dinî merkezler şeklinde genişleyen merkezler ağı şeklindeki bir şehir yapılanmasından söz etmiştir. Cumhuriyet’le birlikte mimari ve şehir planlamayla birlikte sembol eserlerin korunmasına rağmen onların tamamlayıcısı olan eserlerin göz ardı edilerek bazıları dışında ortadan kaldırıldığına işaret etmiştir. Batı’ya uygun olması amacı taşıyan mimari çalışmaların birkaç istisna dışında eskiyi yok eden bir yol izlemiştir.”


banner982
Anahtar Kelimeler
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981

banner934

Ay Işığında Şamata'ya yoğun ilgi
Çalışkur apartmanında yaşayan Çalışkur Ailesi'nin ve apartman sakinlerinin sahte ilişkilerini ve yozlaşan...

Haberi Oku