Gazeteci ve Belgeselci olarak ilk kez Çanakkale ve Gelibolu Şehitliklerine 30 yıl önce gidip, şehitlikleri ziyaret ederek belgesel çekmiştim.
Daha sonra birçok kez Çanakkale Şehitliklerine gidip, araştırma yapıp, belgesel çektim.
Belgeselci olarak 23 yıl önce çektiğim belgesel, halen birçok TV kanalında yayınlanıyor.
Çanakkale Şehitleri ile ilgili yurt içi ve yurt dışında birçok konferans ve sempozyuma katılarak konuşmalar yapıp, belgesel sunumu gerçekleştirdik.
Çanakkale ruhunu gençlerimize öğretmek zorundayız. Gençlerimizi Çanakkale ruhu ile yetiştirmek için seferberlik ilan etmeliyiz.
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferleri yıl dönümü dolayısı ile sosyal medya üzerinden yaptığım paylaşımı makaleme alarak sizlerle paylaşıyorum. Çanakkale Destanı’ndan Sakarya Meydan Muharebesi Zaferine belgesel görüntüleri ile sizleri Kuruluş ve Kurtuluş Destanı Şehitler Mahşeri Çanakkale belgeseli ile ilgili bilgi notları ve belgeselimizin linklerini sizlerle paylaşıyoruz.
Çanakkale Destanı’ndan, Sakarya Meydan Muharebesi Zaferine tüm şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, sizlerle 23 yıl önce Çanakkale Gelibolu’da İlim Kültür Tarih Araştırmaları Merkezi http://www.xn--iktav-7fd.com/ olarak çektiğimiz Kuruluş ve Kurtuluş Destanı Şehitler Mahşeri Çanakkale belgeselimizin linkini paylaşıyorum.
https://m.youtube.com/watch?v=XFDGrAhJFv8
Tarihin Dönüm Noktası Sakarya Meydan Muharebesi Belgeselimizin linki
https://m.youtube.com/watch?v=z_Yq293Zo-g
https://m.facebook.com/gebzeningazetesi/videos/705473580134066/
***
Şehitler Mahşeri Çanakkale belgeselimiz ile ilgili Gebze Gazetesi’nde yer alan haberi sizlerle paylaşıyorum;
Çanakkale Zaferi Belgeselimiz TGRT`de Yayınlanıyor
Gazetemizin kurucusu ve Devri Alem TV program yapımcısı İsmail Kahraman`ın bugünkü Facebook paylaşımı, 23 yıl önce Çanakkale`de çektiğimiz Çanakkale Gelibolu belgeselimiz, TGRT belgesel TV`de yayınlanıyor.
An itibari ile (26 Ocak 2021) TGRT Belgesel TV`de www.devrialem.tv olarak 13 yıl önce Devri Alem Belgesel Programı olarak Çanakkale Zaferi belgeselimizin bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.
Dünyanın birçok ülkesi ve Türkiye genelinde çektiğimiz Devri Alem Belgesel TV programımız birçok ulusal ve bölgesel TV kanalında yıllardan beri yayınlanmakta ve beğeni ile izlenmekte.
15 yıldan beri Devri Alem Belgesel Programı, her sabah saat 7`de TGRT Belgesel TV`de yayınlanmaya devam ediyor. Programın tekrarı gece saat 3`te yayınlanıyor.
https://www.facebook.com/gebzeningazetesi/videos/705473580134066/?vh=e&extid=0&d=n
https://www.facebook.com/belgeselciismail/videos/1906510656170199
***
Mehmet Akif Ersoy dan Çanakkale Şehitleri Şiiri
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “Bu bir Avrupalı!”
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy