XVI. yüzyılda bir Osmanlı kasabası olarak kuruldu. Kasabanın bulunduğu yerde eski bir yerleşme yeri olup olmadığı bilinmemektedir. Buranın bir Ceneviz kalesi olarak kurulduğu yolundaki iddialar doğru değildir. 889 (1484) yılında II. Bayezid’in kaptanlarından İsmâil Bey tarafından ele geçirildiği için İsmâil adıyla anıldığı şeklinde Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiler başka kaynaklarla doğrulanamamaktadır. Şehrin adının kumluk yer anlamına gelen Smil’in Türkçeleşmiş şekli olduğu iddiası Slavca bazı nehir adlarına dayalı etimolojik yakıştırmalar dışında sağlam bir kaynağa dayandırılamamaktadır (Dron, sy. 23-24 [1995], s. 103-104). İsmâil’in de içinde bulunduğu bölgenin II. Bayezid’in Kili ve Akkirman’ı alması sonucu Osmanlı hâkimiyetine girdiği tahmin edilmektedir. Söz konusu bölgede öteden beri Tatar kabilelerinin varlığı bilindiğine göre İsmâil adının bunlarla ilgili olması ve küçük bir Tatar yerleşmesi olarak kurulmuş bulunması kuvvetle muhtemeldir. Daha geç tarihli belgelerdeki eskiye yönelik atıflardan İsmâil’in Tuna üzerinde hayli hareketli bir geçit yeri olduğu anlaşılmaktadır. 945’teki (1538) Boğdan seferi sonrasında Osmanlı idaresinin Bender havalisine doğru genişlemesiyle kuzeyde Ukrayna steplerinden ve batıda Tuna boyundan Karadeniz’e, oradan da İstanbul’a uzanan güzergâhtaki gelişmeye aday iskân merkezleri arasında yer alan İsmâil’in adına resmî kayıtlarda ilk defa 16 Rebîülâhir 967 (15 Ocak 1560) tarihli bir hükümde rastlanır. Buna göre Boğdan Voyvodası Aleksandr, Akkirman sancak beyinin Tuna üzerinde İsmâil adlı bir yerde “köy kondurmak” istediğini, eskiden burada bir köy bulunduğunu, ancak ahalisinin “yaramaz” olması sebebiyle harap hale geldiğini, burada bir köy kurulursa Bender Kalesi civarındaki gayri müslim halka zarar geleceğini şikâyet etmişti (BA, MD, nr. 3, hk. 694, 697).
İsmâil’in bir askerî istihkâm olarak teşkili 998’den (1590) sonra oldu. Ticaretin giderek yoğunlaşmasıyla artma eğilimi gösteren Kazak saldırılarına karşı tahkîm edildi. Bu küçük geçit yeri, artan ticaret sebebiyle yeniden canlandırıldı. Dârüssaâde ağalarından Mehmed Ağa’ya temlik edilerek bir kasaba haline getirilmesi ve emniyetin sağlanması için burada bir küçük askerî istihkâm (palanka) yapılması emredildi (BA, MD, nr. 66, hk. 49). Muharrem 998 (Kasım 1589) tarihli mülknâmede İsmâil Geçidi’nin oldukça tehlikeli bir yer olduğu, sürekli eşkıya tehdidi altında bulunduğu, gelip geçenlerin soyulduğu, bunun için buranın imar ve iskânının gerektiği, bu amaçla Dârüssaâde Ağası Mehmed’e temlik edildiği belirtilmektedir. Ayrıca İsmâil’in bir iskele olduğu, tüccarın uğraması sebebiyle burada bir gümrük oluşturulduğu da ifade edilmektedir (TK, TD, nr. 36). Böylece kasabanın oluşumu için ilk faaliyetler başlatılmış oldu. Nitekim bundan yaklaşık dört yıl sonra yapılan Şevval 1000 (Temmuz 1592) tarihli ilk tahririn sonuçlarını ihtiva eden defterde, İsmâil’in Bender sancağına bağlı bir kaza merkezi statüsünde bulunduğu kayıtlıdır (TK, TD, nr. 71). Tahrir yapıldığı sırada Mehmed Ağa ölmüş, buradan elde edilen vakfa ait vergi gelirlerinin bir kısmı Kudüs ve Haremeyn fakirlerinin ihtiyacına, bir kısmı da İstanbul’daki cami, medrese, dârülhadis, hankah gibi yapılara tahsis edilmişti. İsmâil’in bu ilk sayımına göre burası küçük bir kale (muhtemelen ağaçtan veya topraktan yapılmış bir palanka), onun dışında sivil yerleşme mekânından ibaret fizikî kapasitesiyle kıyaslanmayacak ölçüde kalabalık nüfuslu bir kasaba idi. Kalede otuz altı muhafız bulunuyordu. Kale dışında ise elli üç süvari yerleşmişti. Sivil yerleşme kısmında, kalenin önündeki gölün diğer yakasında yeni kurulmuş Şehreküstü adlı müslüman mahallesinde altmış yedi erkek nüfus kaydedilmişti. Bunların önemli bir kısmı Tatar asıllıydı. Yine kale dışında olduğu anlaşılan, hıristiyanların yaşadığı on mahalle vardı. Bu mahallelerde 1008 erkek nüfus kayıtlıydı. Bütün bu rakamlar, henüz yeni kurulmuş olan bu küçük yerleşme yerinin kısa sürede hızla gelişmiş olduğunu, en az 4-5000 dolayında dâimî bir nüfusu bulunduğunu, bunda vakıf statüsünün ve avârız türü vergi muafiyeti tanınmasının önemli rol oynadığını göstermektedir. Buradaki gayri müslim nüfusunu adlarından anlaşıldığı kadarıyla Boğdanlı, Eflakli, Kazak-Rus, Rum, Bulgar gibi karışık gruplar oluşturuyordu. Daha geç dönemlerde bunlara Ermeni ve yahudiler de katıldı. Kasabanın çevresindeki tarım alanlarının üretim faaliyetleri arasında ziraata dayalı mahsuller, özellikle de buğday, arpa, pirinç gibi tahıllar önde geliyordu. Ayrıca ticarî faaliyetin yoğunluğuna işaret eden ihtisab, pazar bâcı, gümrük rüsûmu da önemli miktarlara ulaşıyordu. Ticaret daha çok hububat, kürk, deri, balık ve esir alışverişine dayalı idi. Meselâ gümrük resmi esir vergisiyle birlikte 6000 akçe dolayındaydı. Önemli miktarda balık avcılığı yapıldığı ve bunların fıçılarla ihraç edildiği dikkati çekmektedir.
İsmâil, Osmanlı Habsburg savaşları sırasında Osmanlılar’a karşı ayaklanan Boğdan ve Eflak voyvodalarının müşterek kuvvetlerinin Bucak yöresine yaptıkları akınlardan etkilendi. Bu arada 4000’e yakın Osmanlı askerinin bulunduğu küçük kale bunlar tarafından ele geçirilip içindeki muhafızlar katledildi. Fakat az sonra yeniden Osmanlı idaresi altına girdi. Bunun hemen ardından özellikle XVII. yüzyılın başlarından itibaren şehre yönelik Kazak baskıları arttı. Nitekim 1602’de karşı karşıya kalınan tehlike zor atlatılmıştı. 1609’da ise İsmâil halkı, Kazak ve bazı Tatar topluluklarının saldırıları yüzünden kaleden dışarı çıkamadığından yakınmıştı (BA, MD, nr. 78, hk. 786). Bütün bu tehlikelere karşı İsmâil tahkim edilmeye çalışıldı.
1060’a (1650) doğru Kâtib Çelebi bir geçit yeri olarak önemini vurguladığı İsmâil’i kalesi bulunan, İstanbul’a on beş günlük mesafede, ahalisinin çoğunluğunu gayri müslimlerin oluşturduğu 8000 hânelik büyük bir kasaba şeklinde tarif eder. Hâne sayısı olarak verilen rakam abartılı olmakla birlikte bunun kazanın toplam hâne sayısı olma ihtimali daha kuvvetlidir. Bundan yaklaşık on yıl sonra (1067/1657) burayı gören Evliya Çelebi, İsmâil’de kale bulunmadığından söz eder. Ancak Evliya Çelebi bu ifadesiyle büyük, taştan surlarla çevrili askeri istihkâmı kastetmiş olmalıdır. Ona göre burası Haremeyn Vakfı olduğundan kasabada bu vakfın bir yöneticisi ve onun emrinde 400 adam vardı. Ayrıca bir kadı, gümrük emini ve az sayıda muhafız görev yapıyordu. Toplam hâne sayısı 2000 idi ve bunlar daha çok basit yapılardı. Kasabada üç müslüman mahallesi yer almaktaydı; birçok Rum, Ermeni ve yahudi de burada ikamet etmekteydi. Ancak bu ticarî önemine rağmen bedesten, han gibi büyük yapıları yoktu; 800 dükkân mevcut olup halkın önemli bir kısmı ticaretle uğraşıyordu. Bunlar daha çok Eflak ve Boğdanlılar ile ticaret yapıyorlardı. Elde edilen morina, mersin balıkları salamura yapılıp Leh, Ukrayna, Moskova diyarına götürülüp satılıyordu (Seyahatnâme, V, 106-108). Onun ifadeleri, kalabalık nüfusuna ve yoğun ticaretine rağmen kasabanın fizikî gelişimini henüz tamamlamamış olduğunu göstermektedir. Evliya Çelebi’nin hiçbir dinî mâbedin adından söz etmemesi de ayrıca dikkat çekicidir. Bu konuda sadece bu tür binaların müslüman mahallesinde bulunduğunu söylemekle yetinir. Onun verdiği bilgiler kasabanın, kurulduğundan bu yana sürekli bir hareketliliğe sahne olan geçici iskân merkezlerine benzer tipik bir liman şehri ve geçit mevkii özelliğini sürdürdüğünü, ticaret gerekçesiyle toplanmış, her an dağılmaya müsait bir nüfus yapısına sahip olduğunu düşündürmektedir. Evliya Çelebi Kili, Akkirman ve Boğdan toprağında Kalas kaleleriyle sınırlanan İsmâil kazası dahilinde birçok Tatar köyünün bulunduğunu da belirtir.
İsmâil’in askerî açıdan önemi, XVIII. yüzyıl başlarındaki Osmanlı-Rus savaşlarının başlamasıyla giderek arttı. 1092-1095 (1681-1684) yıllarında İsmâil sınırları içinde yerleşmiş Nogay kabileleri (BA, MAD, nr. 2915, s. 89; nr. 2947, s. 38) Osmanlılar, Kırım Hanlığı ve Boğdan Voyvodalığı arasında birçok problemin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu mesele XVIII. yüzyılın sonlarına kadar sürdü. Tatar mirzalarından Kırım Giray, Nogaylar’la ittifak edip isyan bayrağını çektiğinde, bir süre İsmâil’e gelmiş ve burada kalmıştı. Bu yıllarda Osmanlı tarihi yazarı Şem‘dânîzâde Süleyman Efendi de İsmâil nâibliğinde bulunuyordu. Hatta Kırım Hanı Selim Giray’ı üç gün burada ağırlamıştı (Mür’i’t-tevârîh, II/A, s. 70-71, 78). 1184’teki (1770) Rus işgalinden biraz önce kasabayı gören Baron de Tott, Kırım Türkleri ile Osmanlılar arasında bir ticaret merkezi olup tahıl alışverişinde bir depo özelliği taşımakta olduğunu ve İstanbul’a gönderilecek erzakın burada toplandığını, ayrıca özel tabaklanmış keçi derilerinin çok tutulduğunu yazar (Türkler ve Tatarlar Arasında, s. 159).
1770’te Rus işgali sırasında kasabanın hıristiyan halkının onlara yardım ettiği, müslüman halkın ise burayı boşalttığı belirtilir. Kasaba, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile yeniden Osmanlılar’a verildi. Bunun hemen ardından 1780’den itibaren burası Rus tehdidi altında bulunan Hotin, Bender, Özü kaleleri ve Eflak-Boğdan ve Bucak bölgelerinin yakınında olmak dolayısıyla kuvvetli bir şekilde tahkim edildi. Büyük masraflarla kasabada büyük bir kale inşası başlatıldı (BA, MAD, nr. 5610, s. 226-296). Böylece Ruslar’a karşı Osmanlı ordusunun başlıca askerî üslerinden biri haline gelmiş oldu. Osmanlı-Rus-Avusturya harbinde (1787-1792), özellikle 1789’da Özü Kalesi’nin düşmesinden sonra askerî bakımdan ön plana çıktı. Buraya çok önem veren Cezayirli Gazi Hasan Paşa kaleyi kuşatan Rus kuvvetlerini bozup geri çekilmeye mecbur bıraktı. Ancak sonradan kale Ruslar’ın eline geçti (15 Rebîülâhir 1205 / 22 Aralık 1790). Ruslar kale içindeki askerler yanında sivil halkı da kılıçtan geçirdi; Tuna’ya atlayanlar dışında 22.700 ceset tesbit edildi; toplam kayıplar 30.000’e ulaşıyordu. 9000 hıristiyan esir Rusya’ya götürüldü, Rus kayıpları ise 15.000 dolayındaydı (İA, V/2, s. 1109). Düşmez nazarıyla bakılan İsmâil’in elden çıkması İstanbul’da büyük telâşa yol açtı. Fakat stratejik önemi dolayısıyla Osmanlılar 1792 Yaş Antlaşması ile kaleyi geri aldılar. 1794’te yeni bir tarzda genişletilip tahkim edilen kale iyice sağlamlaştırıldı (BA, MAD, nr. 10421). 1809’daki Osmanlı-Rus savaşı sırasında yeniden Rus işgaline uğradı. 1812 Bükreş Antlaşması ile de Osmanlı hâkimiyeti fiilen ve hukuken sona ermiş oldu.
Rus işgalinden hemen önce kasaba hakkında bilgi veren iki kaynakta Osmanlı hâkimiyeti sona ermeden önceki durumu tasvir edilmektedir. Tuna’nın sol kıyısında yer alan ve sadece İsmâil adıyla anılan kasabanın bulunduğu yerde Tuna ikiye ayrılmaktadır. Nehrin bir yanı 1198’de (1784) Ruslar’a karşı yapılan kale ile korunur. Kalabalık nüfusu Türk, Tatar, Moldav, Ermeni ve çoğu zengin yahudilerden ibarettir. Rumeli buğdayı burada toplanır, ambarlara konur, oradan İstanbul’a sevkedilmek üzere Kili’ye gönderilir. İstanbul halkı buna “Kili-İsmâil buğdayı” adını vermiştir (Bıjışkyan, s. 104; İnciciyan, sy. 4-5 [1976], s. 121).
Ruslar, İsmâil’in 2 km. aşağısında yeni bir yerleşim yeri kurdular. Sonradan eskisiyle birleşen bu kısım da İsmâil adıyla anıldı. Ruslar kasabadaki bütün camileri yıktılar, burayı yeni göçmenlerle iskân ettiler. 1856’da Kırım Harbi sonrası Osmanlı hâkimiyeti altında kalmak şartıyla Boğdan Beyliği’ne bırakılan İsmâil’in kalesi tahrip edildi. 1878’de yeniden Rus idaresi altına girdi. 1940’ta Besarabya ile birlikte Romanya’ya katıldıysa da 1947’de Sovyetler Birliği’ne terkedildi. Bugün Ukrayna toprakları içinde kalan İsmâil, önemli bir liman şehri olarak gelişmesini sürdürmekte olup 95.000 dolayında nüfusa sahiptir. Gıda ve kırtasiye sanayii önem kazanmıştır. Çevresinde bulunan delta göllerinde yapılan balık avcılığından elde edilen ürünler burada pazarlanır. Ayrıca nehir tersanesine sahip bulunması yönünden önem taşır. Kalesinin harabeleriyle XVI. yüzyıldan kalma olduğu tahmin edilen bir cami kalıntısı mevcuttur.
BİBLİYOGRAFYA
BA, MD, nr. 3, hk. 694, 697; nr. 66, hk. 49; nr.78, hk. 786; BA, MAD, nr. 2915, s. 89; nr. 2947, s. 38; nr. 5610, s. 226-296; nr. 10421, tür.yer.; TK, TD, nr. 36, 71, 162; TSMA, nr. E 7377/1, 2, 7, 10; nr. E 8042/1, 2; nr. E 11851/28, 29; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, Österreichische Nationalbibliothek, Wien, mxt. 389, vr. 57b-58a; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, V, 106-108; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), II/A, s. 70-71, 78; II/B, s. 46-47; Baron de Tott, Türkler ve Tatarlar Arasında. Onsekizinci Yüzyılda Osmanlı Türkleri (trc. Reşat Uzmen), İstanbul 1996, s. 159; Vâsıf, Târih (İlgürel), bk. İndeks.; Cevdet, Târih, IV, 326; V, 94-96; F. von Smitt, Der Sturm von Ismail, Vilna 1830; N. Iorga, Osmanlı Tarihi (trc. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1948, V, 191-192; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, bk. İndeks.; P. M. Bıjışkyan, Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası 1817-1819 (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1969, s. 104; P. L. İnciciyan, “Osmanlı Rumelisi’nin Tarih ve Coğrafyası”, (trc. H. D. Andreasyan), GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 121; Ion Dron, “Originea Toponimului Ismail”, Revista de Istorie a Moldovei, sy. 23-24, Chişinau 1995, s. 103-104; Aurel Decei, “İsmail”, İA, V/2, s. 1108-1110; T. Menzel - [V. J. Parry], “Ismāʿīl”, EI2 (İng.), IV, 185-186.
Tuna Nehri Deltasında Bir Osmanlı Şehri Ukrayna’nın İsmail kenti ile ilgili bir araştırma
İSMAİL
Besarabya'nın güneyinde, Bucak adı verilen bölgeye bağlı şehir ve vilayet olup, aynı bölgede, Tuna üzerinde eski bir Türk kalesinin de adıdır. İsmail adına ilk kez 1595 tarihli belgelerde rastlanılmaktadır. O tarihte Boğdan Prensi Aron cel Cumplit, Eflak Prensi Mihai Viteanzul ile anlaşarak, Osmanlı baskılarına karşı ayaklandı ve Boğdanlı Macar ve Kazak birlikleri ile Bucak'ın Türk şehirlerine saldırdı. İçinde 4 bin kişilik bir Türk kuvveti bulunan İsmail Kalesi, 22 Mart 1595'te zaptedildi. Bu kale az sonra bir Türk dizdarının emrine girdi. Evliya Çelebi, “Seyahatnâme”sinde şehrin 1484 tarihinde Sultan Bayezid Han'ın İsmail Kapudan'ı bu şehri fethettiği için, adına İsmail şehri denildiğini belirtmektedir. Bununla birlikte, İsmail topraklarının Boğdan'dan ayrılıp, iki kuvveli müstahkem mevki olan Kili ve Akkerman ile birlikte, 1484'te II. Bayezid'in Stefan cel Mare'ye karşı açtığı sefer sonucunda Osmanlı topraklarına katıldığı bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman'ın seferinden (1538) sonra, Boğdan'ın güneyindeki bu yer kısa sürede gelişti. 1595'te önemli bir garnizon merkezi oldu.
Şehir ve kale, Kazak akınları sonucunda tahrip edildi. 1602'de Kazaklar, Tuna'nın güneyine doğru çıkarak İsmail ve civarındaki Oblucita şehrini yakıp yıktılar; aynı eylemlerini de 1624 yılında tekrarladılar. Diğer taraftan Polonyalı Zamoyski'nin Boğdan'da Türklere karşı elde ettiği zaferler sonucunda, Polonyalılar da (Mayıs 1602) İsmail Kalesi'ni istediler. XVIII. yüzyılın ilk yıllarında Bucak'ın Türk unsuru, Doğudan gelen göçmenler ile kuvvetlendirildi ve kendine özgü bağımsızlık ruhunu korudu.
1789'da başlayan yeni Osmanlı-Rus Savaşı'nda İsmail, yine meşhur oldu. Avusturyalılar savaştan çekildilerse de, Ruslar, savaşa devam ettiler. İsmail'in zaptı ile, büyük bir zafer kazandılar. Bu savaşta, Osmanlı kuvvetleri oldukça büyük kayıplar verdiler. Bu olay, Avrupa'da büyük yankı yarattığı gibi, İstanbul'da da halkın ayaklanmalarına sebep oldu ve II. Selim, Sadrazam Abdi Paşa'nın idamını emretti. Yaş Barış Antlaşması ile (1792) İsmail, Bâb-ı Ali'ye terk edildi. Ancak Rus sınırı Dniester Nehri olarak saptanıldı. III. Selim, derhal kalenin yeniden inşasına girişti. 1890'daki Osmanlı-Rus Savaşı'nda; Rusların burayı, Prut İle Dniester'in Boğdan'daki parçası arasında kalan bölümü ile birlikte işgal ettiler. Buraları, Bükreş Antlaşması ile (1812), Ruslara bırakıldı. 1812'den itibaren Ruslar, İsmail şehrini gittikçe daha çok göçmen ile iskan ettiler. Birçok Romanyalı, Yunanlı, Bulgar, Ermeni, Yahudi ve kıpti buraya akın etti. 1815'te şehirde dört kilise, 71 devlet binası ve 159 mağaza bulunuyordu. Kırım Savaşı'ndan (1856) sonra, Paris Antlaşması ile Besarabya'nın güney’i İsmail ile birlikte, Boğdan'a iade edildi. Şehir ve havalisi yeniden Romenlere geçti ve 1877 Savaşı sonlarına kadar Ruslar tarafından işgal edildi. 1878 Berlin Antlaşması ile bütün Besarabya yeniden Rus hâkimiyetine girdi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra (1918), halkın serbest oyu ile İsmail, bütün Besarabya ile birlikte, 1940'a kadar, Romanya topraklarına dahil oldu ise de, Ruslar 1947 Paris Antlaşması ile yeniden kendi hakimiyetlerine aldılar. Şehirde hâlâ kalenin yıkıntıları bulunmaktadır.
Kaynak: Osmanlı Şehirleri - Pars Tuğlacı, Milliyet yayınlı