Ardından “Hadi kalkın, bağa gidiyoruz. Dere; patlıcanları, biberleri süpürmesin!”
Eski üzüm bağının bir bölümü dere yatağındaydı ve geçimimizi o küçük bahçede yetiştirip, çarşıdaki tahta tezgahta sattığımız sebzelerle sağlamaya çalışıyorduk.
Bugün milyonlarca dekar toprağın “kazandırmıyor” denilerek üretim dışı bırakıldığını seyrederken, toplasan bir dekar olmayan bu küçük bahçede, annem ağabeyim ve ben, demek ki harikalar yaratıyormuşuz.
Bağlarda, Yusuf Suresi 49. Ayet’deki gibi üzümler, artık yok. Yağmur yağsın, üzümler olsun, sıkıp suyunu çıkaralım ve kış boyu içelim. Kuran’daki diyalektiğin farkına varılmasın diye, felsefe öğrenimini ilahiyat fakültelerinden bile kaldırmaya kalkan, kendi baskıcı, yoz dinini üretmişlerin eline düştük.
Herhangi bir meyvenin posasına şekeri dök, beklet, olsun köpek öldüren alkolü.
Yağmuru rahmet diye bildiren Allah, garibana mis gibi şarabı yasak eden ve maalesef köpek öldürenlere yönelten faşizmi görüyordur. Görmese, Allah’ın rahmeti ile oluşan bir ürünü, ayda
yılda bir kaç yudum içen bana, neden Yusuf Suresi’ni anımsatsın ki?
Yağmurlar başlayınca, toplumsal kültürümüzün son yıllarda nasıl ırzına geçildiğini açıklayan anılarıma gittim.
Kendisi zor koşullarda olan annem, yağmuru Allah’ın rahmeti görüyor, kendisi ve ailesi için tedbirler alıyor; aynı anda hiç tanımadığı ama var olduklarını düşündüğü “açıktakiler” için de kaygılanıyor.
Annem cahildi, paylaşımcıydı.
Yaşıtlarım ve sonrakiler bilgili, bencil!
Toplumsal düşünmekten bireysel düşünmeye geçişte yitip gidenler, ilkeler imiş.
Günah ve ayıbın yerini, herkes için geçerli bilimsel hukuk kuralları alabilirdi.
Egemenlere göre hukuk oluşturuldu.
Egemenlere göre ayıp üretildi.
Egemenlere göre günah üretiliyor.
Bir daha yazayım:
Hukuk da, görenekler de, dinler de artık güçlülerin yazıp açıkladıkları kurallar. Ne Allah’ın dini, ne geçmişin gelenekleri bırakıldı ne de bilimsel hukuk oluşturuldu!
Hepsi ama hepsi, egemen olanın dayattığı faşizmin; biçimlendiren, biçimlendiremediğini yok eden birer silahına dönüştürüldü.
Benim isyanım buna!
Evinde, çocukları karşısında saçı, bağrı açık anne; ilkokulda öğretmenlik yaptığı sınıfa girdiğinde başı kapalı olacak!
Lüks mekanlarda, yüzde 45’lik alkolün feriştahını içmek serbest iken, gerçekte yüzde 10’u bulmayan doğal alkolü ile şarabı, bağcıya günah eden sahte Emevi Dini!
Oysa Kur’an İslam’ı, egemen dini değil!
60 bin dolarlık saat takan bir Başbakan, israfı haram eden İslam adına kurallar koyuyor ve gariban da buna inanıyor.
Harvey Nichols mağazasından binlerce dolarlık çantaları, ayakkabıları, elbiseleri göstere göstere alıp geziyor, ama Allah vergisi saç kılının görünmesini Allah adına günah ilan ediyor. Ziynetin tıynetini belirliyor.
Don alacak para bulamayan gariban; karısına, kızına örtünsün diye metrelerce kumaş almaya zorlanırken, aynı Allah’tan söz edildiğini sanmak; ahmaklık değil de ya nedir?
Sarayda oturan Halife ne İslam’ın günah-sevap koyucusu olabilir, ne gelenek ve göreneklere göre ayıp-uygun belirleyicisi ve ne de hukuka göre ceza-ödül vericisi.
Önce Adem olmak gerek!
Çırılçıplak iken adam olmak yani...
Önce Havva olmak gerek. Çırılçıplak iken kadın olmak yani...
Böyle olmayı becerebiliyorsa insan, gerisi teferruattır.
Ve... Eğer Adem bir tane ise Havva da bir tanedir.
İster Dünya’da, ister Cennet’te; Havva’nın birden fazla bulunduğu yerde, Adem değil Ademler vardır. Havvaların ve Ademlerin birlikte bulundukları yerde kardeşlik ürer, sapıklık değil!
Adem’den bir tane diye söz edenler, diğer Havva’ları metres görenlerdir.
Böyleleri uzağa değil, aynaya bakmalı.