Mutluluk köpürdükçe artar
Saat on bir civarı yeni evimizin kapısındaydık. Kamyonetin kasası açıldı. Sevinçle atladım. Yavaştan eşyaları taşımaya başladık. Yarım saat geçmişti ki ikinci kattan gelen patates kızartması kokusunu aldım ve koltuğun diğer ucundan tutan ev arkadaşıma ‘biliyordum hala iyi insanların olduğunu. Bizim için çay ve patates kızartması hazırlıyorlar. İyi insanlar ölmemiş. Evet evet işte bu apartman da yaşıyorlar hala. Bırak abi koltuğu’ diyip, kokunun geldiği evin kapısını çaldım. Kapıyı açan elli beş yaşlarındaki teyzeye ‘merhabalaar. Biz yeni komşularınız Engin ve Onur.
Acele etmenize gerek yok çay ve patates için. Biliyordum ya biliyordum böyle bir şey olacağını. Çok teşekkürler teyze’m’ dedim. Teyze beni anlamadığını belli eden gözlerle bana baktı ve ‘buyur yavrum?’ dedi. ‘Teyzeciğim hani eskiden olurdu ya, yeni bir komşu taşındığında ona çay, bisküvi gibi şeyler getirilirdi. Tıpkı sizin yaptığınız gibi. Çok duygulandırdınız beni. Neyse patatesler yanmasın’ diyip, koltuğun ucundan tuttum. Ev arkadaşım ‘abi ne yaptın sen ya? Kadın şaşırdı. Artık böyle komşuluk ilişkileri falan yok. Sen hangi İstanbul’da büyüdün. Kendine gel’ dedi. Sustum cevap vermedim. Ona cevabı elinde çay ve patatesle gelen komşu teyzenin vermesini bekledim.
Aradan yirmi dakika geçmişti ki komşu teyze çay ve patatesi getirdi. ‘Kolay gelsin çocuklar. Hele bir soluklanın da, karnınızı doyurun’ dedi. ‘Hele bir soluklanın’ lafını duyduğum anda sol gözümden süzülen yaşlar, yanağımdan akarak çay tabağının kenarına düştü.
Yeni evimizdeki ilk gecemizdi. Erkenden yattım. Sabah mahalle bakkalıyla tanışıp, yiyecek bir şeyler almak için merdivenlerden iniyordum ki, teyzenin evinden gelen televizyon seslerini duydum. Kapıya tıkladım. ‘Günaydın teyze’m. Bakkala gidiyorum. Var mı bir isteğin?’ dedim. ‘Bana da bir ekmek al evladım. Sen ne efendi çocuksun böyle. Aferin vallahi. Ailen ne güzel yetiştirmiş seni’ diyip, içeriden para almaya gitti.
Teyzenin bu iltifatları beni mutlu etti. Zaman geçtikçe alt kattaki teyzeye gidip gelmelerim arttı. Artık günün büyük çoğunluğunu alt katta geçiriyor, altın günleri, apartman gezmeleri sayesinde diğer komşularımla da tanışıyordum. Çayları bittiğinde bardakları tepsiye doldurup mutfağa gittiğimde arkamdan söyledikleri ‘ne efendi çocuk. Bu zamanda zor yetişir böylesi’ sözlerini duyuyor, iyice mutlu oluyordum. Ev arkadaşımsa tüm bu gelişmeleri dışarıdan tedirgin bakışlarla izliyordu.
Okula gidip gelişlerim de azalmıştı. Artık beni iyice sevip, benimsemişlerdi. Hatta bazı günlerde Derya Baykal izleyip, lif örmeye bile geliyorlardı.
Onlar için çay ve kek yapıp, sabahlara kadar dolma sarıyordum. Şehir dışında okuyan bir öğrencinin kolay kolay bulamayacağı aile sıcaklığını bulmuştum.
Eski pijamalarımızı giyip birbirimize köpüklü şakalar yaparak halı yıkadık. Kimimiz çay, kimimiz börek, kimimiz kek getirmişti. Onları afiyetle yedik.
Elinde kitaplarıyla okuldan gelen ev arkadaşım şaşkınlık içerisinde bana baktı. ‘Kolay gelsin. Engin eve gelebilir misin?’ dedi. Eve çıktığımızda birden bağırmaya başladı. ‘Ne bu tip abi? Pijamanın paçalarını dizlerine kadar kıvırmışsın, atletini başına bağlamışsın. Eve kız arkadaşımı getiriyorum kapıda kadınların sesini duyup, dönüyoruz. Senin yüzünden eve misafir çağıramaz oldum. Her tarafı dantellerle donattın. Ben evden ayrılıyorum. Eşyalarımı alıp, Aylin’e taşınacağım’ dedi. ‘Sen bilirsin Onur’um. Ben mutluluğu bu insanların arasında buldum. Okul, iş, aşk hepsi yalanmış. Mutluluk aşağıda gördüğün halının üzerindeki köpüklerle birlikte akıp gidiyor. Yakalamak senin elinde. Ben aşağıya iniyorum’ diyip evden çıktım. Hortumla bahçede yıkanırken, elinde bavullarıyla kapıdan çıktığını gördüm. Halıdan bir parça köpük aldım ve arkasından üfledim. O da mutlu olsun istedim.