‘Yiyeceğin de mutsuzu olur mu’ demeyin, gerçekten oluyor. Hatta mutsuz insanların da sebebinin mutsuz yiyecekler olduğunu düşünüyorum.
Bu hafta çok sevdiğim bir arkadaşım için güzel bir doğum günü pastası yapmaya karar verdim. Değişik bir pasta olsun diye değişik kek tariflerini internetten incelemeye başladım. Pasta kekiyle başlayan araştırmam börek, kurabiye ve salata çeşitleriyle devam etti. Yiyecek endüstrisine öyle bir daldım ki, saatin nasıl geçtiğini fark etmedim. Yiyecek endüstrisinde hızlıca değişen bir sistem var. Tüm yiyecekler, ürünler daha doğal olanlarıyla değişiyor ve büyük bir rağbet görüyor. En güzel ve lezzetli tarifler en doğal ürünlerle hazırlanmış.
30 yıl önce Türkiye’de yemekler, tatlılar ve salatalar doğal yetişen, hormonsuz ürünlerle yapılmaktaydı. Etlerin, sebzelerin ve meyvelerin muhteşem lezzetleri vardı. 15 yıllık süre içinde hızla artan nüfus sonucu yiyeceklere olan talep arttı. Bu talebin karşılanması için sebzelere ve meyvelere hormonlar uygulanarak yiyeceklerin daha hızlı olgunlaşması sağlandı. Kısa süre içinde doğal olarak yetişen şekilsiz gıdalar, parlak ve düzgün görünüme sahip hormonlu olanların yanında cazibesini yitirdi. Kısacası makyaj yapılmış gıdaları daha çok sever ve tercih eder olduk.
Bu durum hayvanlara da uygulandı. Böylece tesislerde mutsuzca süt vermeye programlanmış ineklerimiz ve yumurta vermeye programlanmış tavuklarımız oldu. Doğada serbestçe gezerek zengince beslenen ve lezzetli süt ve yumurta verebilecek hayvanlarımız, fabrikalara kapatılarak besin değeri daha az, çok da lezzetli olmayan ürünler verdi. Mutsuz hayvanların lezzetsiz gıdalarını yiyen bizlerin mutlu olması beklenebilir mi? Bir düşünün çok lezzetli bir şeyi yediğimizdeki yüz ifademizle, tatsız bir şey yediğimizdeki yüz ifademiz ne kadar farklı oluyor. Bazen damağımızda kalan lezzet tüm günümüzü etkileyebiliyor.
Bununla birlikte o dönemde doğmuş ve bu hormonlu gıdalarla büyümüş bir nesil de meydana geldi. Biraz kaba bir tabir olacak ama bu nesil de aynı besinler gibi tatsız ve tekdüze olarak yetişiyor. Sosyal etkinlikleri ve spor aktivitelerini, tabletten ve bilgisayar oyunlarından mahrum kaldıkları saatler ya da tamamen zaman kaybı olarak nitelendiriyorlar. Fabrikalardan çıkıp da doğada yemlenemeyen tombul tavuklar gibi evlerden çıkmayan ekran bağımlılığı olan bu çocuklar asosyal bir hayat yaşıyor.
Neyse ki, son 5 yıldır doğal ürünlere dönüş başladı. Büyük yatırımlarla yapılan mühendislik harikası tesislerde aklınıza gelebilecek her şeyin organik olanı yani doğalı üretiliyor. Hepimiz yediğimiz yiyeceklerden kozmetiğe, ev tekstilinden yapı işlerinde kullanılan boya gibi malzemelere kadar her ürünün doğalını diğer bir deyişle organik olanını arar olduk. Bu sayede karlı bir kazanç kaynağı haline gelen yeni bir sektör oluşmuş oldu. Eğer bir ürünün doğalını tercih ediyorsanız 4-5 katı fazla para ödemeye hazır olmalısınız. Gerçi bu parayı ödeseniz de ürünlerin ne kadar doğal olduğu tartışılır.
Bozulan bir şeyi eski haline döndürmeye çalışırsanız bozuk halinden kalan eser her zaman kendi izini belli eder. Dolayısıyla ürünün eskisi kadar doğalını elde ediyorsunuz ama fiyat eskisi gibi değil, ya da doğayı o kadar bozmuşuz ki o inekler istediği kadar dağ tepe gezsin, sütün lezzeti eskisi gibi değil… Gelecek nesiller de böyle olacak. Düşünmeden sistemi bozuyoruz, bozduğumuzu düzeltmeye çalışırken daha da bozuyoruz. Bana kalırsa daha en baştan sahip olduklarımıza sahip çıkmak gerek. Eğer sahip olduklarımızın değerini bilip onları koruyabilirsek sorun şekil değiştirmeden engellenmiş olur.