Milletçe az okumamızın Devlet’e, Sistem’e, Eğitim’e, Aile’ye, Çevre’ye, Okul’a, Zaman ve Zemin’e, Teknik İmkân’lara ve bilhâssa, bizzât kendimize bakan yönleri var. Bunların hepsi, başlı başına müstakil birer konu olacak kadar derin, geniş ve ehemmiyetlidir. Bâzılarını gözler önüne sermeye çalışalım.
Başta gelen az okuma sebebimiz; var oluş nedenimizi, tam olarak bilmeyişimizden.
Bilindiği gibi Hayvânlar öğretilmiş olarak Dünyâ’ya getiriliyor. Ne üstüne öğretilmişlerse, onun gereğini yapıyorlar. Nitekim Arılar, İpek Böcekleri kendilerinden istenen ve bekleneni yapıyor, yerine getiriyorlar. Deniz Kablumbağaları’nın vakti gelince kumların altındaki yumurtalarından çıkarak, kendiliklerinden denize doğru koşuşmalarını hepimiz biliriz.
İnsân ise öğretilmemiş fakat her şeye istîdâtlı ve kaabiliyetli olarak dünyâya getiriliyor.
Onun içindir ki, Hayvânlar’ın eğitime ihtiyâçları ne kadar yoksa, İnsânlar’ın eğitim ve öğretime olan ihtiyâçları, o nispette çok.
İşte bizler yaratılış gâyesini -yeterince- bilmediğimiz, daha doğrusu bilip de idrâk etmediğimiz için az okuyoruz.
Oysa İnsân’ın Dünyâ’ya getirilişinin başta gelen sebebi, okuma yeteneğinin gereğini yapmasıdır.
Aslında iyi bir okuyucu olarak var edildiğimizi, lâyıkıyla bilmediğimizden az okuyoruz. Bu husûsun iyice kavratılmamış olması, az okumamızın başta gelen sebebi.
Neden derseniz, İnsân eğer yemek için Dünyâ’da var edilmişse, fil kadar yiyemiyor. Uçmak için yaratılmışsa, kartal gibi uçamıyor. Yok yüzmek için Dünyâ’daysa, Balık gibi yüzemiyor. Şâyet kuvvet gösterisinde bulunmak içinse, Arslan gibi olamıyor. Eşiyle bir araya gelmek için var edilmişse, bunda da, Serçe Kuşu’na yetişemiyor.
Demek ki İnsân, bir Küçük Kitâp hükmünde olan kendini ve bir Büyük Kitâp sayılan Kâinatı okumak, dolayısıyla her iki Kitâb’ın kâtibini, yazarını bilmek, bulmak ve onu anlamak için var edilmiştir.
Zâten Yûnus Emre de:
‘Ben bir Kitâp okudum, kalem onu yazmadı.
Mürekkep eyliyeydim, yetmeye yedi deniz.’
Derken, bu iki Kitâbı kastetmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, İnsân’ın varlık sebebi; yaratılışında kendine verilen istîdat ve kaabiliyetleri geliştirmesi, mahâretlerini gün ışığına çıkartması içindir. Bu ise şüphesiz, okumayı gerektiren bir husûs.
Demek ki var oluş gâyesi bilinmezse veya tâm olarak idrâk edilmezse; okumak o nispette azalacak, zarûretlerin hacmini aşamıyacaktır. Çünkü İnsân’ın gayret ve himmeti; maksat ve hedefinin büyüklüğü, ulvîliği derecesinde çok, küçüklüğü nispetinde ise az olur.
Nitekim insân, hiçbir şeyin bitmesini, eskimesini ve tükenmesini istemez. Pantolon ütüsünün bile bozulmasına tahammülü yok. Yeni giydiği elbisesi üstüne titremesi, eskiyeceği endişesinden kaynaklanır. İzine çıksa, biteceğini bilmesi lezzetini acılaştırır.
Kısaca bir şeyin geçici olması, değerine gölge düşürür, önemini azaltır. Değil mi ki geçici der ve boş veririz. Hâlbuki geçici şeylere karşı tutum ve davranışımız, gerekeni yapmamak veya onu hafîfe almak sûretinde değil, ona kalbimizi bağlamamak şeklinde tecellî etmeli. Asrın Âlimi’nin dediği gibi: ‘Dünyâ’yı kesben değil, kalben terk etmeliyiz.’ Yâni Dünyâ’ya bakışımız çalışmamakla değil, kalben ona bağlanmamakla kendini göstermeli.
Halbuki İnsân; bir öncekinde, hep bir sonraki için vardır. Nasıl ki okulda; okul için değil, okul sonrası için varız. Okulu; okul sonrasına hâzırladığı için severiz. Okumak da bir sonrayı, en büyük sonrayı, en büyük yarını hâzırlayacağı, kavratacağı ve daha çok idrâk ettireceği, daha çok lezzet ve zevk almayı sağlayacağı için büyük bir önem taşır. İşte az okumamız; bu tarz düşünemediğimizden.
İnsân’ın göz, kulak, hâfıza, hayâl, tasavvur, tefekkür ve tahayyül vs. gibi dolmak ve doymak bilmez ambarları var. Bunları doldurmak ve doyurmak için yeryüzünde. Bunları lâyıkıyla doldurmak ve doyurmak ise okumaktan; çok, pek çok okumaktan geçer.
Yeterince okumayışımız, bu ambarların maksatlı varlığından ve ne ile nasıl doldurulacaklarından haberdâr edilmeyişimizden ileri gelmekte.
Okumak; en büyük emânet. Hiçbir varlığa verilmeyen, hiçbir varlıktan istenmeyen bir saâdet. Okumak; en yüksek bir haslet olup, sadece İnsân’a has kılınmış. Sâdece ondan istenmekte. İşte dağın taşın taşımaktan irkilip kaçındığı; sorumluluk gerektiren büyük Emânet’in bir yönü de okumaktır. Yeterince okumayışımız, böyle kudsî / kutsal bir Emânet’le yüklü ve bunu yerine getirmekle yükümlü olduğumuzu tâm olarak bilmeyişimizden.
Kaldı ki, okula; okumak için gidilir. Hayât da bir okuldur. Bunun tek okuyucu ve mütalâacısı ise İnsân’dır. Okulda İnsân ne için bulunuyorsa, hayât okulu olan Dünyâ’da da onun için yâni okusun, düşünsün diye bulunduruluyor. Bundan gâfil oluşumuz; az okumamızın baş sebeplerinden biridir.