.jpg)
Birinci Cihan Harbi’nde Kût’ül-Amâre Kuşatması, Kop Savunması gibi bölgesel zaferleri saymazsak galibiyet yaşadığımız tek cephe Çanakkale’dir. Unutulmaz bir kahramanlık destanının yaşandığı bu toprakların önemini layıkıyla anlatamadığımızı görmek için çektiğimiz bir avuç Çanakkale filmine göz atmamız yeterlidir. Üstelik bu filmlerin neredeyse tamamı, 21. asrın ilk çeyreğinde karşımıza çıkmıştır. Sinemamızda Çanakkale Zaferi’ni ilk kez ele alan “Çanakkale Arslanları” (1964) ise kendinden yarım asır sonra çekilen Çanakkale filmlerinin hala geçemediği çıtayı belirlemesi bakımından oldukça önemli bir konumda bulunur.
“Türk Silahlı Kuvvetleri” ve “And Film” Sunar
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırsız desteği, binlerce asker, onlarca araç ve yirmiye yakın gemi… “Çanakkale Arslanları”, görsel anlamda oldukça şatafatlı bir film. Üstelik bunu sadece çekildiği dönemi düşünerek söylemiyorum; bugünün şartlarıyla yersiz bir kıyaslama yapsanız bile sizi tatmin edecek bir sinematografiden bahsediyorum! Tabii bu başarılı görsellikte, filmin geniş imkânları kadar görüntü yönetmeni Gani Turanlı’nın maharetlerinin de payı oldukça büyük. Öte yandan iki farklı yönetmenin, Turgut Demirağ ve Albay Nusret Eraslan işbirliğinden doğması da film için büyük bir avantaj. Üstelik yönetmenlerden birinin asker olması, şüphesiz savaş sahnelerindeki disiplini, bütünlüğü ve çarpıcılığı daha iyi açıklıyor. Turgut Demirağ ve Nusret Eraslan ikilisi aynı zamanda filmin senaryosunu da birlikte kaleme alıyorlar. Dr. Fahri Celâl Göktulga’nın 1939 yılında ilk kez okuyucuyla buluşan “Keloğlan Çanakkale Savaşı’nda” kitabından uyarlanan film, 10.000 askerlik figüran kadrosu, 140 dakikalık uzun denecek süresi, durmaksızın süren savaş sahneleri ile destansı bir film olmak için çok uğraşıyor.
Belgesel Kadar Gerçekçi
“Çanakkale Arslanları”, giriş niteliğindeki durağan sahnelerinden sonra çok hızlı bir şekilde tempoyu arttırarak bizi adeta şok ediyor. Bu soluksuz izleyeceğimiz kadar heyecanlı atmosfer, aynı zamanda sanki bir asır önce savaş sırasında çekilmiş gibi oldukça gerçekçi gözüküyor. Genel bir perspektiften baktığımızda, boğaza giriş yapan gemilerin tabloyu andıran görselliği, bombardıman sahnelerinin tansiyon yükselten ritmi, askerlerin hücuma kalkışların belgesel benzeri gerçekçiliği ve mekân tasarımlarındaki dikkate değer çaba bizi oldukça etkiliyor. Öte yandan detaylara indiğimizde de hayal kırıklığına uğramıyoruz. Ama film savaş sahnelerine o kadar odaklanıyor ki bir süre sonra insana dair hiç bir hikâye göremiyoruz. Bu yüzden de film ilerledikçe çok yorucu bir hal alıyor.
Bismillah Fundo!
Mukaddimesinde görsel gücünün kuvvetiyle bizi avucunun içine ustalıkla alan “Çanakkale Arslanları”, özellikle yarısından sonra iyi yaptığı her şeyi kötü sürdürüyor ve bir yerden sonra aynı sularda debelenip durduktan sonra “Bismillah Fundo!” deyip demirini atıyor. Bunca imkânın hakkını tam olarak veremese de ve kusurları görmezden gelinemeyecek kadar çok olsa da “Çanakkale Arslanları”, sinema tarihimizde “önemli bir ilk” olarak hatırlanmayı fazlasıyla hak ediyor.