“Bir menkıbe olarak nakledilir:

Bir zaman bir genç mürid, Kutb-u A’zam olan şeyhinin abdest alması için dışarı çıkmasını fırsat bilerek merakla onun postuna oturur. Bir anda keşfi açılır ve Akdeniz’de Müslümanların ticaret gemisinin, korsan küffar gemileriyle kuşatıldığını ve saldırıya uğradığını görür. O manevî tasarruf makamının sağladığı İlahî bir izinle, hemen elini uzatıp küffar gemilerini birer birer batırmaya başlar.

Az sonra içeri giren Kutb-u A’zam, müridinin yaptığını görünce telâşla onu posttan kaldırarak: ‘Evlâdım! Sen ne yaptığını sanıyorsun?’ der. Saf kalbli müridi: ‘Görmüyor musunuz Şeyhim, kâfirler Müslümanları katlediyordu!?’ Şeyhin cevabı manidar(çok mânâlı)dır: ‘Evlâdım! Onların içinde zekât vermeyenler vardı; batan mallarıyla bu günahları silindi. Aralarında Allah’ın çok sevdiği kullar vardı; onlar da şehadet mertebesine erdi. Müslümanların fetih için donanması yoktu; bu kamçının acısı onları güçlü bir donanma kurmaya sevk edecekti…’

Bu dersle marifeti açılan genç mürid, hızla terakkiye (ilerlemeye) başlar. Şeyhinin de ona teveccühü (ilgisi) artar. Bunu sezmekte gecikmeyen tekkedeki kıdemli müritler hâliyle onu kıskanmaya başlarlar. Onlardaki kıskançlığı gören şeyh bir gün hepsini toplayıp sorar: ‘Kutb-u A’zam olsanız ne yaparsınız?’

Önce en yaşlı mürid cevap verir: ‘Dünyadaki bütün hastaları iyileştirirdim.’ Diğeri: ‘Açları doyururdum.’ Öbürü: ‘Kâfir ve zalimlerı perişan ederdim.’ En son sıra bu gözde müride gelir. Onun cevabı şeyhinin yüzünü ağartacak şekildedir: ‘Dünyayı mevcut hâli üzere bırakırdım!?’ Şeyhi sebebini sorunca da: ‘Âlemlerin Rabbi yanlış mı yönetiyor ki haşa biz düzeltelim!?’ diye cevap verir.” (Kader Risalesi’nin Mütalâası, Mehmet Çetin, s. 53)

x

Köyün birinde biri öldürülmüş olarak bulunur! Kasabadaki karakola haber verilir. Jandarmalar köye yaklaşınca, köyden ayrılmak üzere olan birinden şüphelenirler. Ve sorguya çekerler. Adam ne söylediyse de, jandarmaları ikna edemez! Katil zanlısı olarak mahkemeye çıkarılır ve birini öldürmekten dolayı ağır bir hapis cezasına çarptırılır.

Her zaman yaptıkları gibi, yeni gelen mahpusun etrafında kümelenenler; onu soru yağmuruna tutmakta gecikmezler. Buraya nasıl düştüğünü sorarlar. Adam, köyündeki öldürme olayından sonra kasabaya gitmesi gerektiği için köyden ayrıldığını, bu durumu, köye yaklaşmakta olan jandarmaları şüphelendirdiği için sorguya çekildiğini, fakat onları ikna edemediğinden ötürü, mahkemeye sevkedildiğini ve hapse mahkûm edildiğini, büyük bir üzüntü ile anlatır.

Her sabah onu üzgün bir şekilde gören mahkûmlar: “Hadi biz suçlu olduğumuz yüzünden buraya düştük! Ama sen suçsuz olduğun hâlde buradasın!” diyerek her sabah, suçsuz mahkûm için duydukları üzüntüyü dile getirir olmuşlar. Günler bu şekilde karşılıklı sızlanmalar içinde geçerken, yeni mahkûm daha fazla dayanamayarak, bir gün âdeta isyan eder:

“Yeter be yeter! Susun artık! Bu acımalarınız, canıma tak etti!

Ne olur, artık bana lütfen acımayınız! Çünkü ben gerçekten katilim!

Evet buraya düşüşüm; bu olayın katili olmadığım için, bana yapılan bir zulümdür.

Evet, şu anda bana yapılan bir zulümdür.

Ama burada bir de kaderin hükmü ve kaderin şaşmaz bir adaleti var.

Çünkü ben senelerce evvel birini öldürmüştüm! Fakat benim yaptığım meçhul kalmıştı!

Kimse, ne benim yaptığımı görmüş, ne de benim yapabileceğim kimsenin aklından geçmişti!

Hakkımda en ufak bir kuşku bile oluşmamıştı!

Kısaca demek lâzımsa, bugün, insanlar bana zulmetmiş;

Fakat kader adaletini göstermiştir.

Çünkü Allah ihmal etmez. İmhal eder / zaman tanır.

Artık benim için üzülmeyiniz be canlar! Lütfen.”

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981