Genel görüntüye bakacak olursak; ekonomik gidişat iyi... Gerçekten de öyle... Baksanıza yılın ikinci çeyreğinde (Nisan-Mayıs-Haziran) ekonomi yüzde 10.3 büyüdü. İşsizlikte de azalma var. Haziran’da işsiz sayısı 500 bin azalarak 2.7 milyon kişiye indi ve yüzde 10.5’e geriledi.
Büyüme ile devam edelim. Lokomotif sektör yüzde 22 büyüyen inşaat oldu. İmalat sanayi de bu çeyrek yılda yüzde 15 büyüdü. Türkiye büyüme hızında Çin’i yakaladı.
Ancak bu büyüme rakamlarının geçen yılın aynı dönemine oranla olduğu hepimizin malumu. Geçen yıl yani 2009 neydi? Hem dünyada hem de Türkiye’de ekonomilerin dibe vurduğu bir dönemdi. Küresel finans krizi özellikle ikinci çeyrekte dünyayı kasıp kavuruyordu. Eğer bu büyüme hızı devam eder ve 2010 yılında yüzde 6 oranı yakalanırsa, krizden önceki 2008 yılının performansı ancak yakalanmış olacaktır.
Oysa bu o kadar kolay değil. Çünkü bu kriz küreseldi, Türkiye’nin krizi değildi. Yani teğet falan geçmedi. Türkiye’yi de etkiledi. Aynı şekilde canlanma da küresel oldu. Sadece Türkiye değil, mesela Arjantin Türkiye’den daha hızlı büyüdü. Hindistan, Meksika, Endonezya, Rusya bizim kadar hızlı olmasa da yüzde 9 ile 5 arasında büyüyen ülkelerdi.
Türkiye ekonomisinin büyüklüğü yaklaşık 650 milyar dolar civarında ve bunun yarısı dış ticaret işlemlerinden oluşuyor. Kabaca sıcak para olarak bildiğimiz kısa vadeli sermaye hareketlerini de hesaba katarsak, ekonominin dış dünyaya bağımlı olduğunu iyice anlarız.
Önümüzdeki dönemde dünyanın önünde ciddi bir sınav var. Küresel ekonomide çift dip tehlikesi giderek artıyor. Yani krizde yeni bir boyut geliyor.
Dünya ekonomisinin lokomotifi ABD beklenen hızda ve dinamizmle büyümüyor. ABD’li çoğu ekonomist de (örneğin Nobel ödüllü Paul Krugman) gidişattan memnun değil. ABD’de ikinci çeyrekte durma noktasına gelen ekonominin yılın ikinci yarısında küçülebileceği tahmin ediliyor. Yeni iş alanları yaratılamıyor, konut fiyatlarındaki düşüş, bireysel iflaslar devam ediyor. Başkan Obama da seyirci kalmamak adına yeni teşvik paketi açıkladı. Ama umut yok gibi.
Daha da sorunlu bölge ise Avrupa... Yunanistan bir kemer sıkma paketine daha hazırlanıyor ve ülkenin büyük bir sosyal patlamanın eşiğinde olduğu belirtiliyor. Yunanistan’dan sonra sırada bir zamanların “star” ülkesi, “Kelt Kaplanı” diye adlandırılan İrlanda var. Bu ülkenin iflas noktasına gelmesinin kaçınılmaz olduğu savunuluyor.
Güneydeki İspanya, Portekiz ve İtalya gibi ekonomiler de ağır borç yükü altında... Bu ülkeler krizden kurtulmak için art arda kemer sıkma paketleri açıkladılar.
Ancak, bir başka Nobelli Ekonomist Joseph Stiglitz, Euro bölgesi hükümetlerinin bütçe açıklarını azaltma adına harcamalarını kıstığı için bölgenin çift dipli durgunluğa girme riski taşıdığını savunuyor.
Anlayacağınız dünya ekonomileri ikinci çeyrekten itibarın yavaşlama sinyalleri veriyor. Haziran ayından itibaren Türkiye ekonomisinden gelen veriler de büyüme hızının yavaşladığı, bir duraklama olduğu yönünde. Türkiye’nin önemli bir sorunu da yetersiz olan vergi toplama kapasitesi nedeniyle borç ödeyebilme kapasitesini de olumsuz etkileyen zayıf mali gücü. Küresel ekonomideki duruma paralel olarak Türkiye’nin yavaş bir ekonomik seyre girmesini bekleyebiliriz.
Bu belki de kötünün iyisi... Çünkü küresel finansal krizde ikinci bir dip gelirse, özellikle Euro bölgesi ülkeleri sert ve büyük bir dalganın altında kalacaklar. Bu da kuşkusuz en büyük ticaret ortağı Avrupa olan Türkiye’yi daha da olumsuz yönde etkileyecek.
Ekonomiyle ilgili böylesi olumlu göstergelerin açıklandığı bir dönemde, bu karamsar lafları söylemek belki biraz oyunbozanlık sayılabilir. Ama uyarmak da görevimiz… Küresel ekonomide bu tempo devam ederse, beni bu lafları etmemiş sayarsınız, olur biter.