Birçok kişiyi sevebilir insan. Birçok kişiyle sevişebilir. Daha fazla para kazanabilir. Çok daha fazla para kazanabilir. Bir sürü ayakkabısı olabilir mesela. Bir sürü arkadaşı ya da arkadaşımsısı. Birçok kitap okuyabilir. Görmediği sınırlı sayıda yer kalabilir.

Ama ne olursa olsun içimizde hep bir eksiklik, bir olmamışlık duygusu. Çevreme bakıyorumda, mutlu insan yok gibi. Kimle konuşsam hayatın monotonluklarından bıkmış durumda. Başka bir ihtimal daha olabilir, bambaşka şeyler yapabiliriz diyorlar. Nedense kimsenin cesareti yok bunları yapmaya.

Giderek tepkileri önceden kestirilebilir canlılar haline getirildik. Oysa bizi hayvanlardan ayıran en önemli özellikti belki de; davranışlarımızın önceden kestirilememesi. Kısıtlandık, küçücük evlere hapsedildik. Birileri televizyonlara çıkıp ' Yirminci katta bahçe mi olur? Tabiki de olur.  Neden olmasın? ' dedi. İnandık. Birileri, '  Hayatınızda heyecan mı arıyorsunuz? Gelin sizi dağın yamacından aşağıya doğru sallandıralım. Heyecanlanın  ' dediler, gittik, sallandık. Ama olmadı, bir türlü mutlu olamadık, heyecanlanamadık. Biz mi çok beceriksiziz yoksa dünya hali mi böyle anlayamadım bir türlü.

Haberleri izlerken özellikle biri çok dikkatimi çekti. Bir binada patlama oluyor. O bina ile o binada yaşananlar ile uzaktan yakından alakası olmayan bir adam patlama sırasında binanın yanından geçerken yaralanıyor. Hem de o sırada binanın içinde bulunanlardan daha ağır durumda. Düşünsenize belki o an, akşam yemeği için ailesi bekliyordu onu. Ya da yalnız bir adamdı. Aklında müthiş bir fikir vardı. Onu kafasında şekillendirerek evine gidiyordu ki, gidemedi. Herşey bitti.

Birgün ya da bugün öleceğiz. Yaptığımız onca şey olduğu gibi kalacak. Çizmekte olduğumuz resim hiçbir zaman bitmeyecek. Yazmakta olduğumuz kitap hiç tamamlanamayacak. Aslında ölüm bize o kadar yakın ki. Bir türlü düşünmek istemiyoruz ölümü. Yakıştıramıyoruz kendimize, çevremizdekilere. Ama ölmek zorundayız. Çok güzel bir söz okudum geçenlerde: ' Hasta olduğun için değil, hayatta olduğun için öleceksin. ' diye.

Bazılarımız ölümü yalnızca hastalık sonucu olarak görüyor. Bir konuşma sırasında, ' Geçenlerde Ali vefat etti. ' deseniz karşı taraf size ' Aa bir hastalığı mı vardı? ' diye bir soru sorar genellikle. Hayır, hastalığı yoktu. Ali yaşıyordu, öldü. Neden herşeyi bir sebebe bağlamak istiyoruz ki.

Yaşamın içerisinde doğumda var, ölümde. Ama ölüm yokmuşcasına davranıyoruz. Ölümsüzlüğün formülünü arıyor bazıları. Sorsanız yaşarken mutlu musunuz diye veya hayatta olduğunuz süre boyunca mutlu olmak için ne yapıyorsunuz diye, olumsuz bir cevap alırsınız. Çok hasta olan birine ölmek mi istersin yoksa bunca acıya rağmen yaşamak mı deseniz, yaşamak diyebilir. Korkuyoruz ölümden, fazlasıyla korkuyoruz. Ama ne yaparsak yapalım bir türlü mutlu olamıyoruz. Anlık mutluluklarımız var. Hiç ölmeyecekmişiz gibi sanki.

Çok zengin adamlara bakıyorum da, hala çalışıyorlar. Hala para kazanmak istiyorlar. Bana göre ölümsüz olduklarını düşündüklerinden böyle aslında, ölümü hiç akıllarına getirmediklerinden. Adamın o kadar parası var ki, onun için para birimlerinin bir önemi yok. İstediği herşeyi alabilir parayla. Buna rağmen hala çalışıyor. Çalıştıkça daha fazla parası oluyor, daha da fazla parası oluyor, çok çok fazla parası oluyor, çok ama çok fazla parası oluyor... Bu işin bir türlü sonu gelmiyor. Gelmeyecekte. Ama hayatın bir sonu var. Hayatını devam ettirebilmesi her ay alacağı maaşa bağlı olan adamları anlıyorum. Çalışmak zorundalar. Peki ya bu paraya para demeyen abilere ne demeli. Bulsam birisini soracağım neyin peşindesin diye. Her yeni öpücüğün bir öncekini unutturduğu bir dünyadayız. Hadi biz yapamıyoruz. Çalışmak zorundayız. Bari siz çalışmayın da çıkarın şu hayatın tadını.( Şimdi bazılarınız yazıyı okuduktan sonra, onlar zaten hayatın tadını çıkartıyor diyebilirsiniz. Benim demek istediğim öyle bir şey değildi. Her neyse. Haftaya görüşürüz.)

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981