
Şili Sineması’nın akla gelen yönetmenlerinden Pablo Larrain, uluslararası coğrafyada tanınmasını, “En İyi Yabancı Dilde Film” Oscar ödülüne de aday olan “No” (2012) filmine borçlu desek yanılmayız. Şimdiye dek çektiği filmlerde farklı türler arasında gezinen yönetmenin, “Neruda” (2016) filmiyle kendisiyle aynı topraklarda doğmuş önemli bir yazar ve şair olan, Nobel ödüllü Pablo Neruda’nın hayatını da es geçmediğiniz görüyoruz. Bu filmle aynı yıl görücüye çıkan, yönetmenin bir başka biyografik filmi “Jackie” (2016) ise çok farklı bir zamana ve dünyaya götürüyor bizi…
Bir Başkan için Ağıt!
Özünde “Jackie”, John F. Kennedy’nin suikasta uğraması sonrasında First Lady’nin yaşadığı sıkıntılı sürece ışık tutuyor. Fakat filmde Başkan Kennedy’yi -ufak tefek birkaç sahne dışında- neredeyse hiç görmüyoruz. Aslında bu da filmin, “Bu film Jackie’nin hikâyesi, Başkan’ın değil!” demesinin bir başka yolu. Çökmüş bir kadının hezeyanlarını başarılı bir şekilde anlatan filmin, bu anlamda en büyük kozu da şüphesiz Natalie Portman oluyor. Portman, gerçekten de Jacqueline Kennedy’yi yeniden ete kemiğe büründürürken, beyaz perdede defalarca temsili olan bu role hem derinlik katmayı hem de övgüye değecek kadar etkileyici oynamayı beceriyor. İşte bu yüzden de onun dışında akılda kalan bir oyuncu olmuyor.
Yönetmen Pablo Larrain, “The Maze Runner” (2014) ve “Allegiant” (2016) filmlerini yazanlardan biri olan Noah Oppenheim’in senaryosunu ele alırken filme mümkün olduğunca kendi imzasını atmayı başarıyor. Şuna hiç şüphe yok ki, bu “Amerikalı” hikâye, Hollywood’un memur yönetmenlerinden biri tarafından çekilseydi, ortaya çıkan sonuç son derece tatsız ve sinemasal açıdan değersiz bir iş olabilirdi. Ama Larrain, hem dingin hem de sürükleyici olmayı başaran üslubunu güzel bir şekilde kullandığı filmde, kimi zaman karşımıza çıkan belgesel estetiğine yakın görüntüler ve dönemin televizyon programlarının gerçeğini aratmayan tekrar çekimleri ile biyografik film ve belgesel arasında özgün bir tat tutturuyor. Ayrıca kasvetli olaylar zinciriyle büyük bir zıtlık içindeki huzur verici ortamlar ve simetrik çerçeve düzenlemeleri sayesinde oluşan enteresan ahenk de atmosfere güç katıyor.
Bir Kadının Etkileyici Hikâyesi
Filmin başarılı olduğu bir diğer nokta ise kurgu. İki farklı hikâyeyi paralel bir şekilde anlatmanın altından kalkmak güç bir şey ne de olsa. Geçmiş ve şimdi arasında -çok sık olmasa da- gidip gelen film, ritmini ustaca yakalıyor ve bunu neredeyse sonuna kadar koruyor. Neredeyse diyorum, zira film bir yerden sonra ağır aksak ilerliyor. Özellikle başkanın cenaze töreninden sonra filmin nasıl biteceğine karar verilememiş gibi. Bol bol uzatılmış ve gereksiz sahneler izlemek durumunda kalıyoruz. Bu da ister istemez sıkıcı bir hale geliyor. “Jackie”, erkeklerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan bir kadının etkileyici hikâyesini izleme fırsatı veriyor bize. Ama bununla birlikte, çok fazla politik söylemler içermemesine rağmen, sadece bir kişi üzerinden, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir dönemine ışık tutmayı da büyük ölçüde başarıyor. Sonlara doğru peyda olan bazı sorunlarına rağmen “Jackie”, sunduğu başarılı kadın portresi ile mutlaka görülmesi gereken bir film olduğunu ispatlıyor…